Öne çıkan

ZARURİ BİR BASIN AÇIKLAMASI

Bir programa konuk olmam üzerine –beklendiği gibi- iktidar yanlısı bazı gazeteler, siteler şahsımı hedef alan yazılar kaleme almaya başladılar. Buna binaen bir basın açıklaması hazırlama ihtiyacı hissettim. Bu açıklamamı da, özgür gazetecilik yapmaya çalıştıklarını düşündüğüm haber sitelerine yolladım.

Buradan da o yazıyı paylaşmak istiyorum:

İHRAÇ OLMUŞ ESKİ BİR AĞIR CEZA HAKİMİ OLARAK

ZARURİ BİR BASIN AÇIKLAMASI

Doğu Perinçek’in geçtiğimiz günlerde HaberTürk kanalında “Hukuk, siyasetin köpeğidir” sözü çok tartışıldı ve benimle irtibata geçen bir televizyon programcısının “Erkam Tufan’la 40 Dakika” progamına 7 Kasım tarihinde konuk oldum. (https://youtu.be/_w20zZfdCJw )

30dk

Hukukun geldiği bu noktada, kendi yaşadıklarımdan yola çıkarak anlattıklarım kamuoyunda tartışıldı. Çok olumlu tepkilerin yanında, anlatılanların içeriğini tartışmak yerine, şahsıma yönelik hakaret varan ifadeler de oldu. Ki bunlar, röportaj esnasında da belirttiğim gibi, beklediğim ve öngördüğüm şeylerdi, zira ne zaman hakikatler dile getirilmeye çalışılsa; insanların sesini kesmek, mesajını bulandırmak için hükümete angaje bazı medya gruplarınca linç girişimleri olagelmiştir.

Bundan önce de sayısız kez şahsıma karşı aynı kesimler saldırıda bulunsa da bir kez olsun mukabele gereği bile duymamıştım. Hatta hukukun, adaletin işlemediği yerde, bu insanlar için hukuki yollara bile başvurmamıştım. Öyle ki beni mesleğimden eden insanlara karşı bir karşı dava bile açmadım. Beni suçlamak için açtıkları davalarda kendimi savunmak için bir avukat bile tutmadım. Ama bu sefer/ bir kezliğine de olsa bu saldırılara cevap vermek istiyorum; kendimi savunmak için değil, mesleğinden edilen 4 binden fazla yargı mensubu ve yüzlerce avukatın yaşadıklarını dile getirme adına yapığım bu çıkışımı boğmak, bulandımak için yaptıkları bu girişimi bertaraf etmek için.

İktidar medyası, iddiaları tartışmak yerine şahsıma saldırmayı tercih etti:

Erkam Tufan ile Skype bağlantısı üzerinden yaptığımız Erkam Tufan’la 30 Dakika programına gelen tepkilerin hemen hepsi de olumluydu; “Keşke daha fazla konuşan olsa, bu sessizlik bozulsa, daha gür çıksa sesler, daha fazla detaylar verilse..” gibi mesajlar aldım. “Boşver değmez, şimşekleri üzerine çektiğine, bu kadar mağduriyetlerden sonra” demiş olan eski meslektaşlarım, yakınlarım bile söylenenleri okuyunca, dinleyince çok pozitif yaklaştılar. Tabii ki benim asıl merak ettiğim ve beklediğim; kendilerine gücün tetikçiliği görevini vermiş kimselerin ne diyeceği idi. Zira röportajımda da demiştim, “bekliyorum” diye..

Bana bu güruhun yaptığı bu zamana kadarki nice hakaret ve küfüre yenilerini eklemiş oldular, “şaklaban hakim”, “hain hakim”…

“Bu yaptığınız ayıptır, günahtır ve de hukuk karşısında suçtur” vs diyeceksiniz de, kime anlatacaksınız. Politik İslamcı, kendisini güçsüz hissettiğinde dünyanın en mağduru olduğunu anlatır, gücü ele geçirdiğine inanınca ise zorbalardan zorba olur. Böyle azgın, baği bir topluluğa neyi/ nasıl anlatacaksınız ki?!

Ama hukuk tekrar gelecek. Onlar, bu tiranlık düzeninin hep böyle gideceğini zannetse de;

Firavunlara, Hitlere, Mussolini’ye, Saddam’a vs kalmayan devran, onlara da kalmayacak. Sonra hukuk karşısında hesap verecekler. “O surata iyi baktım, hatırlamak için” diyor bir havuz yazarı. İyi baksınla rzira bu yüzle ileride karşılaşacaklar; hukuk geldiğinde müşteki ve davacı olarak karşılarına çok çıkacak. Ahirette, ‘Hesap Günü’nde de karşılarına dikilip bütün haksızlıklarını tek tek yüzlerine vuracak, hesap soracak bu yüz.

FİŞLEMELERİ DOLAYLI DA OLSA KABULLENMİŞ OLDULAR

O köşe yazarlarından birisi, fotoğrafıma bakıp “Niyetim, hakimi arayıp, “Sizin fişlendiğiniz iddia ediliyor.. Bugüne kadar siyasi iktidardan, fişleme ile ilgili bir baskı gördünüz mü?” diye soracağım..” diyor.

Her zamanki gibi yalan söylüyorlar. Hiç irtibata geçmediler. Nerede o cesaret! Halbuki ben sosyal medya vs üzerinden ulaşılması en kolay kimselerdenim. O gazetenin avukatı da yakın arkadaşım. İsteseler her türlü ulaşırlardı.

Bana ulaşsa ne sorabilecekti ki?! Şu an bir sopası haline geldikleri gücün, insanları gerçekten fişleyip fişlemediklerini mi? Zaten ben de uzun uzun onu diyorum:

‘Bir zamanlar 28 Şubatçıların yaptığın fişlemeyi bu sefer bunlar yaptılar’ diyorum. Detaylandırıyorum da. O yazar da, ihraç edilmemiz ile ilgili “zaten önceden bir yaftayla fişlenmişti o, atılması normaldi” demeye getiriyor. Ama öyle bir çıkmaz sokağa girmiş ki, oradan nereye sapsa, duvara tosluyor.

O köşede bahsedilen fişleme haberi ile ilgili biraz bilgi verecek olursak:

Hatırlarsanız, Taraf Gazetesi, Mehmet Baransu imzası ile “AKP ve Gülen’i bitirme planı” manşetiyle bir haber dosyası yayınlamış ve çok ses getirmişti. Oradan anlaşılıyor ki, AKP daha iktidara geldiği ilk yıllardan itibaren 2004 yılındaki bir MGK toplantısında belli bir zümreyi aşamalı olarak yok etmek için karar almış. Bu haber üzerine hükümetten bir açıklama gelmiş ve “Evet böyle bir şey var ama biz o kararları uygulamadık” demişti. Hemen ertesi günü de aynı konu üzerine başka bir manşetle yine Taraf’ta bir dosya yayınlanmış, “Dana hissesine girdi fişlendi” başlıkla, bu fişlemelerin ve insanları yok etme planının nasıl detaylı ve sistematik olarak işlediği sıralanmıştı.

Evet, AKP Hükümeti zamanında herkesi olduğu gibi beni de fişlemişler, Taraf’ın o haberi vesilesiyle öğrenmiş olduk. O dönemlerde avukatlık yapıyordum ve fişlenen avukatlardan birisiymişim: adımı R.K. kısaltmasıyla verdi gazete ama diğer detaylarla… (Ve o sayfayı da halen saklıyorum. Yakınlarıma da vasiyet etmiştim ki, “Ölürsem bu gazete sayfasını da mezarımın içine gömün. Öbür tarafta birilerinin benimle nasıl uğraşmış olduklarını gösterir de, beraatimi isterim orada..” diye.. Ki, bu tür saldırılar daha sonra çok arttı ve de mezarıma ekleteceğim bir hayli belge oldu! Sağolsunlar..)

Zaman, Taraf gibi gazeteler başta olmak üzere bir çok gazeteye de yazılar gönderiyordum o dönemler.. Eğitim çalışmaları vs gerekçesiyle de İsveç — Türkiye arası gidip geliyordum. O dönemde hükümetin sivilleşme, demokratikleşme çalışmalarına somut katkı bağlamında Kemal Burkay gibi değerli bazı isimlerle konuşarak Kürt Açılımı vs konularında kamuoyunu aydınlatmaya dönük çalışmalar ortaya koydum. Abdulkadir Aygan gibi çok konuşulan isimlerle röportajlar yaparak da faili meçhuller vs ile ilgili önemli detayları gündeme taşımaya çalıştım.

Kemal Burkay ile İsveç’teki ofisinde yapmış olduğumuz bir mülakatımızdan bir kare.

O dönemde o yazılarımı bütün o medya, hele iktidar medyası çarşaf çarşaf kullanmışlardı. Zaman’da da çıkan yazılarımdan yola çıkarak da beni Zaman temsilcisi ilan etmişler. Ama İstihbarattan yanlış bilgi. Temsilci değildim, haberler yapıyordum gönüllü olarak, bir sosyal sorumluluk gereği. Resmi olarak bir görevim olmadı. Hani neticede olsa ne olur? Avukatlık yaparken fahri olarak gazetecilik yapsa, temsilcilik yapsa, sanatla vs uğraşsa hangi yasa ihlal edilmiş olur, hani ceza yasasına giriyor bu?

Karikatür, resim, hat çizimleri vs ile de uğraşıyordum, hikayeler, şiirler vs de yazıyordum. İktidara çok yakın olan habername, Eurovizyon gibi haber sitelerinde de düzenli güncel, hukuki yazılar yazıyordum, yazılarımın bir kısmı Asder isimli çoğunluğu 28 Şubat mağduru askerlerin kurduğu sitelerde de yayınlanıyordu. Her yerde mazlumun sesi olmaya çalıştım, gündeme pozitif katkılar sağlamaya gayret ettim.

Ben ağaç koğuğundan çıkmadım, ya da ot gibi bir anda yerden bitmedim ki?! 43 yaşımdayken hakimliğe geçtim; kemal yaşımda ve tecrübemde. Hakimliğe geçmeden önce bir çok sanatsal, yazınsal faaliyetle uğraştım. Hiç birisinde suç unsuru yoktur. Yaptığım hiç bir işte etik değerleri çiğnemedim, yaptığım her işin namusunu koruyarak, etik kuralllarına riayet ederek faaliyette bulundum.

Yayın faaliyeti yüzkızartıcı bir suç değildir, dünyanın en saygın işlerinden birisidir. Son zamanlarda iktidarın göbeğinden gelmiş, aktif görevler de yapmış siyasi hukukçular yargı teşkilatında.. Bunun etik boyutunu hiç tartışmazken, benim önceden yazılar yazmış olmam mı suç? Yazılarımda suç unsuru vardıysa da davalar açılsın. Şu ana kadar da hiç olmadı, hiç bir suç unsuru bulunmadı. O zamanki HSYK’daki dosyama da bakmıştım. Kocaman klasörde 15 yılllık avukatlık sürecimde bir icra işlemi ile ilgili bir şikayet olmuş, soruşturulmuş, oradan da hiç bir suç unsuru, ihmal vs görülmemiş. Bu bile dosyaya girmiş ama başkaca da hiç bir aykırı durum görülmemiş ve hakimliğim kabul edilmiş. O hakimlik özlük dosyamın içinde yaptığım masterler, eğitimler de vardı. Hatta bunlardan dolayı da derece, kademe almışlıklarım da var. Yurtdışında dil eğitimleri almışım, akademik kariyer yapmışım, fikirler ve yazılar üretmişim evet.. Hatta görev yerim Diyarbakır’a ilk gittiğim zamanlarda bazı iktidara yakın bilinen bazı hakim ve savcılar şunu bana açık açık sordular:

“Hakim bey, bu kadar donanımınıza ve imkanlarınıza rağmen, neden bütün bunları bırakıp da bu hakimliğe geçtiniz, bir de taa Diyarbakırlara geldiniz?”

Bana bunları soran ve halen görevde olan, iktidar ile arası iyi olan o hakim savcılarla da sizleri yüzleştirebilirim. Onlara dediğimi şimdi burada tekrar edeyim:

“Belki size ütopik gelecek ama milletime, insanımıza ve adalet sistemine bir nebze olsun böyle katkıda bulunabileceğim, hizmet edebileceğim mülahazasıyla geldim.”

Ve o düşünceyle gitmiştim, ama şimdi hala yaşatılmakta olanlara bakın?! Pişman mıyım: Asla! Geriye dönük olarak yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim. Çünkü doğru olduğuna gönülden inandığım şeyleri yapmaya çalıştım. Neticesi her zaman albenili olmayabilir ama olsun…

“ZATEN BİZ BU ADAMI FİŞLEMİŞTİK Kİ” DERKEN KOPYADAN DEM VURMAK:

Yine o yandaş yazarlar, yazılarında adeta, “Böyle fişlenmiş adamı nasıl oldu da hakimliğe aldınız ki” bağlamında şeyler yazıyorlar…

Evet. Hükümete ve bütün bu fişlemelere rağmen, soyadımın bir gereği olarak Kerpeten gibi söke söke aldım hakimliğe kabulü. Oturdum aylarca çalıştım. Sınava girdim ve alnımın teriyle kazandım, hükümete rağmen.

Sonra bir şaibe çıktı, sınavda kopya çekildiğine dair. Çok ciddi iddialardı. İlk olarak CHP bu iddiaların üzerine gitmişti haklı olarak. AKP’nin temsilcisi birileri, bir karı-koca aynı puanla/ yüksek bir puanla sınavı kazanmış. İster istemez insanların aklına soru işaretleri geldi.

Sonra sınav iptal oldu. Hatta bu yaşananlar üzerine ben İdare Mahkemesine dava açtım ve bu sınavla ilgili şaibelerin araştırılmasını, hatta gerekirse de benim sınav kağıdımın da incelenmesini, bir usulsüzlük vs bulunursa da gereğinin yapılmasını istedim. Mahkeme, uzun incelemeler sonucunda benim sınav kağıdımla ilgili hiç bir şüpheye mahal bir durum olmadığını ortaya koyarak, benimle ilgili sınavın kabulüne karar verdi. Hatta hükümet, bu yargılamaya iyi asıldı, Danıştay Genel Kurulu’na kadar taşıdı ve nihai karar, ben hakimlik yaparken bana tebliğ olundu ki; kesin olarak benim sınavımla ilgili hiç bir şüpheli durum olmadığı tescil edilmiş oldu. Yani ortada kesinleşmiş koca bir mahkeme kararım var ve bu karar ancak başka bir kararla, yeni bir delille bozulabilir.

Ama ne oldu bu arada;

Hükümete yakın birilerinin şaibe iddialarına dair bir teklif ortaya atılmışken, bir anda bu iş; belirli bir gruba ait olmakla iddia edilen, fişlenmiş kişilerin ihracı yönünde kullanıldı. Ve sanırım 2015’in Haziran ayında 37 kadar hakim savcının mesleğine son verildi. Ondan öncesinde Y.Akit vb gazeteler, bunu dillerine dolamış ve ne hikmetse beni Zaman vb gazetelerde yazmış olmamı nazara vererek, “Bak bu da girmiş sınava, bunu da atın” demeye başladılar. Ne alakası varsa artık. Atılmadım yine de…

Sonra araya Geerdink Davası girdi.. Tahir Elçi’ye beraat vermemiz ve tam da Emniyet mensubu bazı kimselerle ilgili Sodes davasıyla ilgili yargılamamız başlayacaktı ki, malum; bir anda odamızı basıp meslekten ihraç ettiler. Hem de 11 Eylül’de. Manidar, başka bir harici kafanın saldırısının yıldönümünde..

NİYE KOPYA İDDİASI?

Kendi aleyhlerine bir durumu lehine çevirmek, zanlı durumundan azılı duruma gelmek; çok alışkın olduğumuz bir durum! Ama kabul edelim, böyle atmak çok stratejik idi, şeytanın aklına gelmez! Çünkü sizin bu iddia ile bütün sınavınız iptal olmakla, geriye dönük vermiş olduğunuz bütün kararları yok hükmünde sayabileceklerdi. Dolayısıyla da, kararlarında hoşlanmadıkları hakim savcıları böyle atarak, sonra geriye dönük bütün kararlarını iptal etmiş olacaklardı.

Sonradan öğrendim ki, daha fişledikleri 4 bin hakim savcıyı bu yolla atacaklarmış. Yurtdışına çıkınca, Avrupa’da birçok hukuk kuruluşlarıyla vs görüştüm, aydın/ gazeteci bildiğim kimselere bu tehlikeyi anlattım ve uyardım, “Bakın, atacaklarını açık açık ilan ettiler. Böyle en az 4 bin yargı mensubunu bu şekilde onursuzca atarlarsa, sonra yeri geldiğinde hakları/ haklarınızı savunacak bir tane yargı mensubu bulamazsınız” demiştim. Onlardan da bazıları, konuyu toplantılarına taşıyacaklarını ve meselenin üzerine gideceklerini beyan etmişlerdi.

Sanırım bu meseleyi uluslararası birileri takip etmiş, iktidardaki güç sahiplerine sormuşlar, “Neler oluyor, yeni ihraç olmuş bir hakiminiz bu şekilde daha yüzlerce, binlerce hakimin atılacağından bahsediyor, nedir işin aslı?” diye.

Anlaşılan, hükümet böyle tek tek adam atmaktan vazgeçti.. her birisi için sınav iptali vs ile uğraşmak, uluslararası kamuoyuyla her seferinde böyle muhatap olmak istemedi. Bir de böyle her atıldıkça, bir hakim yurtdışına çıkacak, yaşananları anlatacak olsa, uğraş dur.

Sonra bir anda iktidar bu yöndeki çalışmalarını dondurdu. Hatta bazı hakim savcılara dair kritik soruşturmaları da yavaşlattılar. Adeta tencerede yavaş yavaş ısıtılarak haşlanan kurbağalar misali, olayı zamana yaydı ve beklettiler. Zaten bir sözde darbe yaşanacak ve bütün bu fişlenmiş hakim savcılar bir kerede/ toptan içeriye alınacakmış. Akıl almaz süreçler!

SOYİSMİMİN DEĞİŞMESİNİ DİLE DOLAMIŞLAR DA.. YANİ?!

Bahse konu gazeteler bir de soyisim değişikliğime takılmışve oradan bazı anlamlar yüklemeye çalışmışlar..

Evet, benim eski soyismim Kerpeten’dir. Hakimlik eğitimimin verildiği dönemde bunu “Güzel” ile değiştirdim, akıbeti güzel ve hayrolsun diye. İki soyismimi de gururla taşıyorum. İkisinin de hakkını vermeye çalıştım bütün ömrüm boyunca. Avukatken, bir ‘kerpeten’ gibi insanların haklarını söke söke almaya çalıştım. Bu soyismi de rahmetli dedem zaten böyle hakkını çok iyi savunan birisi olduğu için almış. Lakabı ‘Kepeten’ Yusuf imiş, Soyadı Kanunu çıkınca da olmuş Yusuf Kerpeten! Büromun adı Kepeten Hukuk idi, maillerim, web adreslerim vs hep Kerpeten idi.

Türkiye Adalet Akademisi’nde okurken, Hakimlik eğitimi alırken “Hakimlik mesleğinin Etik Kural ve İlkeleri”ne dair bir derste ders hocamız, Mecelle’ye dayanan bir sözü aktarmıştı:

“Hakim/ Kadı adil olmalıdır, adil olduğu kadar adil görünmelidir de.”

Yani sizin adil olmanız yetmiyor, yargılamadaki bütün taraflar da sizin tarafsızlığınız konusunda en ufak bir tereddüte düşmemelidir.

40 yaşından sonra hakimlik mesleğine geçmiş birisiyim. Yani kemal yaşımda.. 15 yılı bulan avukatlık mesleği yıllarında birçok yerde siyasi, sosyal, hukuki yazılar kaleme almış, belli bir fikri arka planı olmuş birisiyim. Dediğim gibi bir anda yerden bitmiş birisi değilim yani..

Gerçi yazılarım da zaten o dönemde hükümetin yaptığı reformları destekleyen türden yazılardı… Ama bizi bir şekilde fişlemişler. Hakimliğe geçtikten sonra tarafsızlık gereği bütün geçmişine bir sünger çektim ve de mahkememde duruşması olan birisinin de bu eski yazılarıma bakarak tereddüte düşmesinin önünü almak adına böyle bir ‘fedekarlık’ta bulunduğumu ifade etmek istiyorum.

Adil olmaya ant içmiş birisiyim, adil olmak ve aynı zamanda adil de görünmek istedim, birilerinin bundan dolayı da en ufak bir şüpheye düşmemesi için temiz bir sayfa açmak istedim. Bu değişikliği de resmi olarak yapıp Adalet Akademisi’ne, Adalet Bakanlığı’na yazılı olarak bildirdim. Bu değişiklikten devletin bütün resmi kurumları, ilgili daireleri haberdar. Ben, bazı din tüccarlarının yaptığı gibi gizli nikahlar, mut’alar kıyma gibi gizli-saklı işler çevirmiş birisi değilim ki! Herşey resmi işliyor.

Ve bu benim için, mesleğim adına çok zor da olsa bir fedakarlık idi. Bu fişlemelerle beni buna mecbur edenler utanmıyorlar, bir de kalkmış burdan beni vurmaya çalışıyorlar ya, pes doğrusu diyorum. ‘Yazıklar olsun’, demeye dilim varmıyor ama ‘yazık ediyorlar kendilerine’ demekle yetiniyorum. Ardından bir de “Afedersiniz o hakim Ermeniymiş, Yahudi asıllıymış ve hatta Kürt Alevisiymiş” demelerini filan da bekliyorum. Bütün bunları saygıyla da karşılıyor ve beni ilintileyecekleri bütün topluluklara şimdiden selam ediyor ve en derin sevgilerimi iletiyorum.

Antrpantez bir de şunu aktarayım;

Hakimlik akademisine başladığımda, soyismimi duyan bazı meslektaşlarımın tebessümü ile karşılaştım. Atandığım yerlerde de ‘Kerpeten’ olan soy ismimden dolayı da, icra edeceğim hakimlik mesleğine gelebilecek en ufak bir ‘istihza’ ihtimalini bile ortadan kaldırmak istemiştim.

Çok mu fazla titiz davrandım acaba, diye de düşünmüyor değilim ara sıra.. Ama kılı kırk yararcasına bu hakimlik mesleğime böyle başladım. Kısa sürdü.. Ama bu titizlikle yürüttüğüm mesleğimde son anıma kadar bu hassasiyetimi korudum. Beni attıklarında da geriye bile bakmadan, vaziyesini yapmış birisinin gönül huzuruyla oraları terk ettim gittim.

BİR DE TÜKÜREKLER SAÇMIŞLAR..

Son olarak, ilgili yazının sonunda yazarın birisi bana tükürükler atmış…

O tüküreklerin hiç birisi bana ulaşmadı. Çünkü benim arkamdan Adl-i İlahi’nin rüzgarı kasırga gibi esiyor, onların yüzlerine yüzlerine.. Ve o tükürekleri, daha ağızlarından çıkar çıkmaz yüzlerine aynen iade oluyor. Ben buradan tükürecek olsam, bu rüzgarın etkisiyle o manen kararmış yüzlerini delip geçer. Ama benim terbiyem buna müsade etmiyor. Ama o insanlar böyle bir terbiyeden geliyorlar ve insanlara küfretmeyi, hakareti adeta ibadet sayıyorlar. (https://www.youtube.com/watch?v=D8reW0q_yjc)

Ben, onlara aynıyla mukabele etmiyorum. Çünkü:

-Önce, Benim aldığım terbiyede bu yok.

-İkincisi, türkürmeye kalksam, tükürük bezlerimin salgıladıklarına israf oldular diye acırım.

-Son olarak da, eğer ben de misliyle onlara mukabelede bulunursam ve onlar da bir incinme hisseder de, ahiretteki sonsuz azaplarında bir zerre olsun azalma olmasından çekinirim. İstiyorum ki, bütün veballerinin karşılığı eksilmeden öbür tarafta vücut bulsun.

Bahse konu röportajımda Perinçek’in sözüne istinaden “Hukukun köpekleştirilmesi”ni konuşmuştuk. Sadece adalete katkı için sözler sarfetmek istiyorum ama ilk ve son kez olsun bu konuları da izah etmek istedim.

Hemen hemen medyanın tamamen ele geçirildiği bir dönemde bu kadar saldırılar oldu, en ufak bir meramımızı ifade etme fırsatımız olmamıştı. Şimdi ise böyle yazılı olarak açıklamamı, yayınlayacaklarını umduğum özgür basına yolluyorum. Hangisi bu açıklamamı yayınlar, ne kadarını yayınlar, bilemiyorum ama ben bir sorumluluğu daha yerine getirmiş olmamın huzurunu yaşıyorum. Zira artık mesele benden çıkmış, ilettiğim bazı sorumluluk sahiplerine geçmiş bulunuyor. 10.11.2017

Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi (Eski) Hakimi

Ramazan F. GÜZEL (KERPETEN)

E mail: rfguzel@gmail.com

Twitter: @rfguzel

BAYRAM BOZKURT’A DAİR BİLGİLENDİRME YAYININA GELEN TEPKİLER, SORULAR ve BUNLARA KISA CEVAPLAR:

(NOT: Daha önce Patreon’da konu hakkında bir dizi bilgilendirici seriler yayınlamıştım fakat bir şekilde hesabı engelletmişler. Fakat bu, gerçekleri açıklamamızın önüne geçemeyecektir. Bundan böyle açıklamalarımı buradan yürüteceğim.)

Bundan önce itirafçı Eski savcı Bayram Bozkurt’un bir YouTube Kanalında vermiş olduğu özel röportajdan dolayı 3 bölümlük bir seri yayın yapmıştım hatırlarsanız…

Eski bir yargı mensubu olarak bildiklerimizi bilgi ve belgeleriyle paylaştığımız Tv Focus Youtube kanalımızda yayınlananların dökümünü bir de Patreon hesabımızda yazılı olarak sunmuştuk. Zira yayında geçen bazı belge ve tutanakların havada kalmaması ve elde somut veri olarak da kalsın istemiştim.

Bu yayından sonra bana özelden bazı eleştiri ve sorular geldi; özellikle de o şahsı yayına çıkaranlar tarafından. Bu eleştiri ve soruları sosyal medya hesabımda özel olarak paylaşmaya çalışsam da bunun yeterli olmayacağına kanaat getirerek bunları bir de derli toplu olarak burada ifade etmek istedim. Soruları yöneltenlerin de “böyle bir şey yapmamın yerinde olacağını” söylemeleri de teşvikçi oldu.

Şimdi iddia ve gerçekleri ele alalım:

“OLAYI ŞAHSİLEŞTİRMİŞ” MİYİM?

Ayrıca olayı kişiselleştirmişsiniz gibime geldi. Benim için olay kişisel değil haberin bilginin peşindeyim ben” deniliyor öncelikle.

Yayınlarıma çıkmadan önce şu soruyu kendime sorar ve derim; “Bunu ne için yapıyorum? Hak ve Hakikat için değilse konuşturmasın Mevla.”

Yayınımda da bu kişisel yaklaşımımı ifade ettim.

Ve şunun da altını kaç kere çizdim:

Bayram Bozkurt (Hakan Aslan) isimli şahısla hiçbir alıp veremediğim, şahsi bir meselem vs. yok.

Bu şahıs, T.C. mahkemelerinde ve kendisinin resmi ifadelerinde de belirttiği gibi 100’ün üzerinden ACM’de 200’ün üzerinde hakim-savcı ve 500’ün üzerinde değişik mesleklerde kimseler aleyhinde tanıklık yapmış ve onların ağır cezalar almasına sebep olmuş.

Yani neredeyse Bozkurt, göz göze geldiği kimler varsa hepsini ihbar etmiş ve ceza almalarına sebep olmuş…

Bunların içinde ben yokum. Hiçbir zaman da yolumuz kesişmedi, tanışmadık da. Olsa zaten ifadelerden de belli olurdu.

Benim yayınlarda motivasyonum; Hakkın, Hakikatin, gerçeklerin, adaletin hatırı.

Haksız yere mağdur edilmiş yüzlerce insan, bunlar üzerinden de yine yüz binlerce insanın töhmet altında bırakılmaları ve yeni kumpaslara kurban edilmeye çalışılması kabul edilemez.

“Sahiden şahsi hareket etmiş olabilir miyim?”

Kendime tekrar tekrar yine sordum; yok öyle bir şey.

Hatta düşündüm; kendimi de ilgilendiren bir yayın var mesela. Muhalifmiş gibi gözüken Gözcü diye bir gazetemsi var ve orada Özgür Cebe isimli tetikçi bir sözde muhabir var; ne zaman MİT ve Hakan Fidan’ı rahatsız edecek bir şey yapsam bu gazete ve tetikçisi benim hakkımda iftiralar dolu karşı yayınlar yaparlar.

Kaç kere de oturup bunlara toplu bir cevap yazayım istemişimdir. Ama belki de işin biraz da şahsi bir boyutu, şahsımın hedef alınmış olmasından dolayı bir türlü elim, dilim varmamıştı.

Fakat başka insanların mağduriyeti karşısında hareket etme ihtiyacı hissetmiştim.

Şimdi düşünüyorum da Sözcü gibi iftiracılara da bir şeyler demek gerekiyormuş…

Bu ifadelerimden sonra, oraya bir şeyler demekte fayda var sanırım.

“AKLANMADIYSA BU ADAM, NASIL GERİ DÖNÜYOR?”

“Ama açıklanmayan bir durum var; bu adamın tayini 2007’de Diyarbakır’a atanıyor, bunu kim neden İliç’e atıyor, neden değişiyor tayin?

Aklanmadıysa neden ve nasıl 2014’de savcılığa geri dönüyor?”

Bakın Bayram ifadesinde ne diyor:

Evet, Cemaat içindenmiş gibi kendisini gösterme ve bu yönde ifadeler vermek ve etkin pişmanlıktan faydalanmak isterken Bayram, bir yandan da Cihaner ile kurdukları rakı sofralarına bir izahat getirme, bir kılıf bulma yoluna gidiyor, “Cemaat ruhsatlı vs.” diyerek! Halbuki Cihaner ile niye öyle çilingir sofraları kurduklarını ve oralarda nelerin hesabını yaptıklarını çevresindekiler çok iyi biliyor!

Asıl meseleye dönersek;

Evet, birileri “Bayram’ın güya bir plan dahilinde İliç’e gönderildiğini” ispata çalışıyor ama böyle bir şey yok… Bayram’ın eşi eczacı ve ancak il merkezlerinde çalışabiliyor, o nedenle de Diyarbakır’a yakın diye Çınar’ı istiyor ancak orayı başka birini eşinin rahatsızlığı sebebiyle veriyorlar.

(Çınar ilçesini yakından biliyorum, zira Diyarbakır’da görev yaparken beni kısa süreliğine oraya görevlendirmişlerdi, biraz da ceza olarak… Çünkü Komisyon Başkanının başkanlık yaptığı bir duruşmada görevlendirildiğimde onun bir kararına muhalefet etmiş ve karşı oy yazmıştım, ertesi gün de Çınar’a geçici görevlendirmem çıkmıştı. Sonradan orayı sevmiştim de. Sakin, şirin bir yerdi.)

Nitekim Bayram ve eşi İliç’e gitmek istemiyorlar ancak gitmek zorunda kalıyorlar. Ayrıca, malum Bayram’ın görev süresi Ordu’da daha dolmamış, hakkındaki rüşvet iddiaları ayyuka çıkınca süresi dolmadan tayini çıkarılmış…Yani ortada herhangi bir plan falan vs. yok. Ama işte insanlar bir şeyler bulmaya çalıyor…

Ve hadi tamamen tesadüf; İliç tam bir sürgün yeri. Kendince de Bayram bu tayini böyle sunuyor… Fakat ifadeler de anlıyoruz ki Kadir Özbek de onu Alevi olarak bildiğinden, mezhep dayanışması olarak orada sahip çıksın diye İlhan Cihaner’i aramış da… İşin aslı aslında bu kadar basit.

Gelelim burada başka detaya:

Bayram’a yer değiştirme cezası veriyorlar ancak, ceza kesinleşmeden istifa ettiği için ve daha önemlisi de o dönem HSYK’da etkin olan Rasim Aytin, Ali Aydın ve Haşim Kılıç’ın bastırmasıyla hukuka aykırı şekilde mesleğe geri dönüyor.

(Dönüş çabalarını, bundan önceki yayınlarımın son kısmında da değinmiştim.)

Cemaate yakın üyeler bunun mesleğe dönüşünü istemiyorlar anlaşılan…

Kendisini Cemaatçi gibi gösterip haltlar karıştıran Bayram’ı, Cemaat’e yakın kimseler yakınlarında görmek istemiyorlar. Bayram’ın ifadelerinden de bu durum çok net anlaşılıyor…

Yani bunu mesleğe döndüren tamamen hükümetin adamları. Kendisi bunu da ifadesinde açıkça ifade ediyor…

Hukuksuz bir dönüş bu. Hatta bunun mesleğe dönüş dosyasını sunan hakime bile soruşturma açıyorlar ama oradan bir şey çıkmıyor. Nitekim, soruşturma sebebi de “bu kişi nasıl olur da mesleğe kabul edilir oluyor?” diye…

Ancak, ilgili hakim; tüm hususları kurul üyelerine sunduğunu el yazılı notlarıyla ispatlayınca hakkındaki soruşturma bitiriliyor. Yani, kendi adamlarının Bayram’ı mesleğe hukuksuz şekilde döndürdükleri ortaya çıkınca soruşturmayı bitiriyorlar.

Yer değiştirme cezası aldığı kesin ama…

Ayrıca, 2 ihraç, 3 yer değiştirme cezası istenen bir kişinin ceza almadan kurtulabilmesi mümkün değildir zaten!

TAYİN ve ALTIN MADENİ İLE İLİŞKİSİ

“Bu teknik olarak mümkün mü? Yani anlattığı hikâyenin doğru olma ihtimali? Altın madeni açılabilsin, Cihaner engel olmasın diye gönderilmiş olabilir mi?

AKP’de altın çıkarmak istiyor, Cihaner engel olmak istiyor. Bunu kullanmak isteyenler (Bayram’ı) oraya rant için göndermiş olabilir mi? Bunları o anlatmıyor ama onu koruyanlar var. Her iki olayda da koruyanlar kim? MİT mi AKP mi?

Siz yayın yapın benim için öğretici oluyor. Ben olayın arka planını araştırıyorum; nedir bu Altın- Ergenekon ve bu adamı koruyanlar diye?

Bir noktaya geliyorum “orayı karıştırma” diyorlar. Bu adamı koruyan cemaat içinde ve AKP içinde belki de birbiriyle irtibatlı birileri var.”

Bunlar tamamen komplo teorileri. Yaptıklarına kılıf arayan Bayram’ın üretimleri…

2007 de ne madeni varmış ki? Hiçbir alakası yok.

Rüşvet alıp erkenden tayini çıkarılan ve sürgün olarak İliç’e gönderilen bir bayram var. Hatta yakınlarından öğrendiğime göre, bu tayinden sonra günlerce kendine gelememiş ve: “Bu bana nasıl yapılır!” diye, kaç kere HSYK’ya itiraz da bulunmuş, Ankara’ya gitmiş, yerini değiştirmek için…

Eğer böyle bir görevlendirme olsa neden bunları yapsın, seve seve gider.

İfadesinde de “gitmek istemediğini ve itiraz ettiğini” söylemiş zaten. Bakınız, ifadesinde ne diyor:

Burada mesleğe nasıl döndüğünü anlatıyor:

Cemaat istememiş, o yüzden de Bayram onlara kin ve nefretle bileylenmiş ve sonradan itirafçılığının temellerini oluşturmuş”, anlatımlarına göre…

 Yani onu hukuka aykırı şekilde mesleğe döndürenler hükümetin adamları.

Bu açık beyanlara rağmen hala bunun altında bir şeyler aramak ve hala bu şahsın yaptıklarında keramet aramak artık bilgisizlik değil, başka hesapların kanıtı olacaktır…

Önceki yayınlarımızda da yer verdiğimiz bir ifadesi vardı Bayram’ın:

Ve devamla:

BİTİRİRKEN…

Bu kadarı kâfi sanırım.

Yine isteyenler olursa başka başka detaylar da verilir.

Fakat sözün başında da dediğim gibi, en tuhaf soru ve ithamlardan birisi benim meseleyi şahsileştirmiş olmam” suçlaması idi.

Bu konuda bir özür beklerim açıkçası.

Şahsımla ilgili bir şahsi durum yok. Mesleğimden yüzlerce yargı mensubunun hayatı karartılmış ondan dolayı; bir kısmını da şahsen tanıyorum, ondan dolayı nasıl ailece sıkıntılar yaşadıklarını bizzat anlattılar, ben de gözlemledim… (Bayram’ın anlattığına göre ifadelerinde, “sırf eşi rica ettiği ve ailece rahat etmeleri için yüzlerce insanın adını vererek”, bunun takipçisi de olarak insanların mahvolmasına sebep olmuş birisinden bahsediyoruz.)

Ve şu an da devam etmekte olan ve Bayram’ın ifadesine göre karşı mücadelesine en çok destek verdiği “FETÖ Soruşturma ve Davaları”nda yer alarak, benzer durumdaki yüz binlerce insanın davalarına emsal gösterilerek mağdur edilmelerine yol açmış birisinden bahsediyoruz…

Bu durumu kişiselleştirebilirdim de…

Bu insanı çıkarıp imajını parlatmakla, onunla seri yayınlar yaparak reytingler elde edip kazanmak isteyenlerin yaptıkları şahsi, kişisel olmuyor da benim tanıklıklarımı açıklamam, yalanların doğrularını -kamuoyunu doğru bilgilendirme adına- ortaya koymam mı yanlış?..

İnsanların vicdanına havale ediyorum.

Son olarak, bana özelden bu soru ve ithamları yöneltenlerin bir yerde ifade ettikleri gibi, “Bu adamı koruyan cemaat içinde ve AKP içinde belki de birbiriyle irtibatlı birileri var.”

Uzun süredir ben de bunu böyle gözlemliyorum.

Bir kere Cemaat içinde derin bir kanat ve damar var ki bu Bayram Bozkurt gibileri gözetiyor ve kolluyorlar, onu hep bir yerlere hazırlıyorlar. Yurtdışına çıkarıp korunaklı bir şekilde Almanya’ya kadar sağlam bir şekilde ulaşmasında yer alanlar. Cemaat içinde çok eskiden beri yer almış kimselerden, bürokrasi içinde yer almış kimselere kadar bir koruma var.

Onun her yanlışını sosyal medyada tevil etmeye çalışıyorlar.

Başta bunun bilgisizlik ve saflıktan kaynaklanmış olabileceğini düşündüm. Ama o kadar izaha rağmen, araya birilerinin girip kendisini bilgilendirmesine rağmen ısrarla devamlarını artık başka yorumluyorum.

Masumlar çok acı çekti. Halen de türlü türlü hallerden sınanmaya, zorluklar yaşamaya devam ediyorlar. Böyle şaibeli kimselerle bir de imtihan olmasınlar, bir zarar görmesinler aman.

Gerisi mesele değil.

06 Mart 2024

Ramazan Faruk GÜZEL (E.Hakim.)

BAYRAM MESAJI ve BİR TEMENNİ…

BAYRAM MESAJI ve BİR TEMENNİ…

.Youtube kanalımızda yayınlanmış olan şu videomuzun metin olarak dökümüdür.

Değerli dostlar,

2018 yılının bir Ramazan Bayramını daha idrak ediyoruz. Öncelikle herkesin bayramını tebrik ediyor, ailenizle ve sevdiklerinizle nice huzur dolu bayramlar yaşamanızı temenni ediyorum.

Bayram; sevinç demek, kavuşmak demek, sıla-i rahim yapıp sevdiklerinizle hasret gidermek, hiç olmazsa aramak demek.. birlikteliğe güzel bir vesile demek..

Herkesin bu güzellikler içinde olmasını umuyor gönül..

Ama sizlerin ve artık bütün dünyanın da malumu ki,

Şu an Türkiye’de hapiste olan insan sayısı 230 binden fazla. Yani en fazla insanı içeriye tıkma noktasında şu ara müttefiki olan Rusya’dan sonra dünyada 2. sırada…

Kadın, çoluk-çocuk, yaşlı, hasta, suçlu- suçsuz kimseyi ayırt etmeden içeriye atan bir süreç..

17 bin kadın, 700’den fazla bebek var içeride.. tutuklu hastalar var, bir kısmı tedavisi yapılmadığı için göz göre göre hapislerde can veriyor.. kimisi ise işkenceler altında öbür aleme göç ediyor.

Kanunda, hukukta yeri olmadığı halde insanlar hücrelerde tutuluyor. Hem de bir zamanlar ülke için önemli işler yapmış olan devletin görevlileri tecritte: polis, asker, hakim, savcı..

Kimisi 5 bayramdır içeride, kimisi 4 bayramdır, kimisi 3 bayramdır içeride..

İçinde şahsımın da olduğu 5 bine yakın yargı mensubu görevinden edildi, şu an 2 bine yakını –daha tam olarak neyle suçlandığını bile bilmeden- hapiste.. birçoğu da başka insanlardan tecrit şekilde özel hücrelerde tutuluyor.

Kendi meslektaşları tarafından verilmiş kararlarla.. hukuki dayanağı olmayan mesnetsiz kararlarla.

Tam bir aşamalı soykırım yaşanıyor.. ülkede insanlık suçları işleniyor.

Böyle bir dönemde, bir bayram günü -kırık dökük çizgilerle karaladığım- bu tabloyu bütün mağdurlara ithaf ediyorum.

Kardeşleri tarafından kuyuya atılan Hz. Yusuf’un kuyuda Yaratıcısına sığınmasını, O’na yakarışını resmeden bir enstantane..

O kuyuda Hz. Yusuf şöyle dua etmişti, rivayetlere göre:

Ey gâib olmayan şâhid! / Ey uzak olmayan yakın!/ Ey mağlûb olmayan gâlip!

Şu içinde bulunduğum durumdan kurtulup çıkmamı nasip eyle!

Beni bu içinde bulunduğum durumdan kurtar.”

Her şeyin sahibi, onun bu yakarışlarını duymuş, onu o dipsiz kuyulardan çıkarmış, daha sonra düştüğü zindanlardan da kurtarmış, ahirinde Mısır’a sultan ve aziz etmişti.

Bu zor zamanlarda Hz. Yusuf’un ve herkesin Koruyucusunun bu duaları duyacağını ve icabet edeceğini biliyorum, umuyorum ve bekliyorum.

Tekrar hayırlı bayramlar

Selamlar, saygılar ve sevgiler. 17.06.2018

Ramazan F. Güzel

(Eski bir avukat, eski bir Ağır Ceza hakimi,

30 yıldır hukuk ve adalet yolunun bir yolcusu.)

ESKİ ve MAĞDURLAR ve BİR İNKİSAR

ESKİ ve MAĞDURLAR ve BİR İNKİSAR

YOUTUBE kanalımızdaki videonun konuşma dökümüdür

Değerli dostlar, bugün; günümüz mağduriyetlerinden, eskinin mağduriyetlerinden.. eskinin mağdurlarının şimdiki yerlerinden.. ve de bazı inkisar-ı hayallerimden bahsetmek istiyorum.

Evet ülke olarak darbelerle, müdahalelerle anılan bir coğrafyadayız. Osmanlı’nın son dönemlerinden bugüne demokrasimiz hep ‘bir ileri iki geri’ yol almaya çalışıyor. Tam yol aldık biraz derken, bir bakıyoruz en başa dönmüşüz.. hatta çok daha kötü hallere gelmişiz.

28 Şubat post modern darbesini hatırlarsınız. Şu anki mevcut siyasal İslamcı AKP’nin önceki versiyonu partiye askerlerin dayatmaları olmuş, onlara olmadık işler yaptırmışlar, sıkıntılı bazı düzenlemelere imza attırmışlardı.

Üniversitelerde başörtüsü krizi hortlatılmış, YAŞ kararlarıyla birçok dindar denilen askerler ihraç edilmişti. Düşük profilli bir cadıavı yaşanmıştı.

O dönemin mağduriyetlerinin söylemleriyle iktidara gelen ve yaşanmışı son zerresine sömüre sömüre bu noktaya gelen AKP, – o dönemin müstebitlerin olduğu gibi- kendisini tam güç sahibi hissettiği, bütün güç ve yetkileri ele geçirdiğini düşündüğü anda, o askerlerden çok daha zalim ve acımasız bir mekanizmaya dönüştü. Eski dönemde genel olarak dindar kesime ve Kürtlere karşı baskı yapılırken, bugün ise yine Kürtlere ve dindarlardan özellikle Gülen Hareketi mensuplarına ve Furkan Vakfı gibi biat etmeyen küçük bir kaç gruba karşı benzer zulümler/ misliyle işleniyor.

Fakat işleyecekleri zulümleri, normal anayasal düzende irtikap edemeyecekleri için, bir darbe sonrası ortama ihtiyaçları vardı. Ve bir kısım askerleri tuzağa çekerek kontrollü/ çakma bir darbe ayarladılar ve bu 15 Temmuz Darbe Denemesi’ni ‘Allah’ın bir lütfu’na çevirerek, bütün darbe dönemlerinin toplamı kadar insana zulmetmeye başladılar. 28 Şubatçıların, ‘Bu darbe süreci bin yıl sürecek’ sözleri, AKP ile geçerlilik kazanmış oldu yani…

BU DÖNEMİN MAĞDURLARININ HAKLARI NE OLACAK?

Bu dönemde hakları çiğnenen mağdurların en çok sordukları, ‘Bu zulüm dönemi bitecek mi, bunlar geçecek mi, gasp edilmiş haklarımız geri alınacak mı?’

Böyle soranlara, 28 Şubat mağdurlarının yaşadıklarını örnek veriyorum. Ordudan atılan askerler, işinden edilen siviller gidip rızkını başka yerlerde aradılar ve kendilerine yeni hayatlar kurdular. Adeta ikinci bir hayatları oldu.

Bu da sancılı bir süreçti sonuçta. Kimileri adaptasyonda zorlandı belki… Fakat ileride ülkeye kısmen de olsa hukuk ve demokrasi gelmeye başlayınca, bu mağdurlar haklarını geriye dönük olarak tek tek aldılar. Bu acılara sebep olanlardan ise kısmen de olsa hesap soruldu, halen de sorulmaya devam ediyor.

15 Temmuz Çakma Darbesi akşamı paşalara işkence yapıp ağır hakaretler eden bir eski YAŞ mağduru askerin çılgın ve iğrenç görüntüleri yansımıştı sosyal medyaya.. Hatta bu şahıs, yaptıklarını bir marifetmiş gibi de Havuz Medyası’na çıkıp heyecanla anlatıyordu. Kastettiğim hesap sorma bu değildi. Böyle bir şey, o eski mağduriyetleri gölgeleyen, yeni mağduriyetlere kapı açan densizliklerdir, ifade etmiş olayım.

Hakların geri alınmasından bahsediyorduk… Yakın zamanda, yenilerde emekli olmuş bir binbaşı ile karşılaşmıştım. Komutan ile şu an yaşanan zulüm ve işkencelerden konuşuyorduk. Bana şunları anlatmıştı:

‘Buna benzer haksızlıklar 28 Şubat döneminde de yaşanmıştı. İnsanları işinden, makamından, rütbesinden etmişlerdi. Ben tam emekli olmama yakın bu insanlar tekrar görevlerine iade olundular, aynı benim haklarımla emekli oldular. Geriye dönük olarak da bütün haklarını faiziyle, tazminatıyla geri aldılar. Ben 20 sene aynı yerde çalıştım durdum. Ama o arkadaşlar, benimle aynı şekilde çalışmış gibi benimle aynı haklara sahip oldular. Hem bu arkadaşlar, sivil hayatta kendilerine yeni işler kurmuşlar, iki taraflı olarak çok kazançlı çıktılar. Ben ise, şimdi emekliyim ve sivilde ne yapacağımı bilmiyorum. Öyle kala kaldım’ demişti.

Bunu biraz sitemli söyleyince, ona karşı: ‘İyi de komutan, bu onların suçu değil ki, bu mağduriyetlere zemin hazırlayan devletin suçu ve kabahati bunlar.’ Demiştim. Komutan da: ‘Tabii ki neticede öyle. O arkadaşlar nasıl haklarını aldıysa, bu dönemin mağdurları da haklarını ileride alacaklardır, hiç şüphem yok.’ diye sözlerini bitirmişti.

Bu dönem, bir fırsata çevrilebilir. Kendimize yeniden doğmuş gibi yeni bir hayat kurabiliriz. Önceden çalıştığınız işlerle ilgili ileride haklarınızı fazlasıyla alırsınız. Sonra da mevcut hayatınıza devam edersiniz… Devam ederiz. Bu konuda hiçbir şüphem yok. Yeter ki bu süreçte aklımıza, ruhumuza, sağlığımıza mukayyet olalım, yeter.

VE BİR İNKİSARIM

Bu noktada bir hayal kırıklığımı paylaşmak istiyorum.

28 Şubat zulümleri yaşanırken ben avukatlık yapıyordum ve o dönemin mağdurlarının sıkıntılarını kamuoyuyla paylaşmaya çalışıyordum. Çeşitli yerlerde köşe yazıları yazıyordum konuyla alakalı, bunları da sosyal medyada duyurmaya çalışıyordum. O dönemin YAŞ mağdurları vs bilir..

O mağdurların bir kısmı da SADAT denilen yapılanma içindeler..

Şimdilerde o mağdurlar, kendilerine o mağduriyetleri yaşatan darbeci askerlerle anlaşıp başka insanlara zulmeden siyasal İslamcıların yanında saf tuttular. Bu dönemde bizler de mağdur olduk. İşimizden, aşımızdan olduk.. hatta canımızdan da olacakken, ülkemizden de olduk. Ama o eski mağdurlardan hala hiç ses yok.

Dün, o dönemin mağdurlarından eski bir komutana sosyal medya üzerinden şu mesajları paylaşmıştım, aynen aktarayım sizlere:

‘Beni hatırlar mısınız Sn Komutanım? Avukatlık yıllarımda (hakimlikten önce) 28 şubat/ YAŞ kararları mağdurları için yazar, çizerdim. Şimdi bunca mağduriyetlerimiz oldu, o askerlerin hiçbirisi bize sahip çıkmadı. Çoğu Sadat’ta vs.. ve zulmedenlerin silah arkadaşı oldu.

Yaşananlara sessiz şimdi o askerler. Bu topraklar çok vefasız. İşi bitince, düze çıkınca ezip geçiyor. Siyasal İslamcılıkta zaten bu bir amentü gibi! Yaptıklarım, Allah rızası için idi, her zaman kim mağdur olursa yanında olurum.. yine olsa yine olurum.

Nefsim için değil bu inkisarım ve sitemim. Ama başka mazlumları bari görsünler isterdim, damdan düşenin halinden anlarlar umuduyla.. 3 yıldır bekliyorum, bir çıt çıkmadı. Çok yazık, çok!! Haksız mıyım komutanım??! Geceniz hayr olsun inşallah.’

Bu paylaşımlarım üzerine Sayın Komutan, bunlara takınılmaması yönünde bir şeyler yazmıştı cevap olarak.. Ama asıl orada bir takipçinin paylaştığı bir şiir, bütün süreci çok güzel özetliyordu:

‘-Hicran ve Ümit-

Yine hicrân dolu günleri andım,

Yıllar gözyaşına karışıp gitmiş.

Ürperdim ve yerimde kalakaldım,

DOSTLAR DÜŞMANLARLA BARIŞIP GİTMİŞ.

Yüzerken millet derin uykularda,

Kaybolup gitti değerler ardarda… .

***

Durum bu Sn Hakimim ve Sn Komutanım.’

..

Çok teşekkürler o takipçiye… Bu dönem, bundan daha güzel özetlenemezdi sanırım! 28 Şubat’ın zalimleri ile İslamcı zalimler anlaşmış, O dönemin bir kısım mağdurları da onların peşine takılmış gitmiş.. Şimdi başka mazlumlara zulmediyorlar!

Ve millet derin uykuda.

Herkes kendine yakışanı yapsın.

Ahdettim, hep mağdurların, mazlumların yanında olmaya.. sonra onlar da başkasına sahip çıkar veya çıkmaz; o da onların meselesi. Herkes kendi hesabını kendi verecek sonunda, nasıl olsa.

13.06.2018

Ramazan F. Güzel

(Eski bir avukat, eski bir Ağır Ceza hakimi,

Şimdilerde uzak diyarlarda yeniden öğrenci ve olayların şahidi.

Özetle 29 yıldır hukuk ve adalet yolunun bir yolcusu.)

İŞKENCEYE KARŞI YAPILACAKLAR

İŞKENCEYE KARŞI YAPILACAKLAR

( Youtube kanalımızdaki video sunumun text dökümüdür:

iskence

Değerli dostlar, geçtiğimiz günlerde “Türkiye’de İşkence” meselesini ele almıştık. Her geçen gün yeni işkence haberleri, işkence ile cezaevlerinde insanların öldürüldüğü ve buna da ‘intihar’ denilerek kapatıldığına dair yürek yakan bilgiler geliyor. Konunun hassasiyetine binaen, bu konuyu özet bir şekilde tekrar değinmek istiyorum.

..

PEKİ İŞKENCEYE KARŞI NE YAPALIM?

 

1- İşkence iddiaları konusunda ilk yapılacak işlem: bir doktor raporu almak. (Yaşananmış kötü muameleyi ispatlamak için.)

Rapor vermezlerse;

Özel bir doktorda / hastanede kendi imkanlarımızla muayene olup bu durumu bir şekilde raporlaştırmanın yoluna bakmalı.

Ama doktorlar işkence lafını duyunca “aman başımız ağrımasın” deyip uzak durabilirler.. O yüzden de hiç olmazsa, son çare; bir rahatsızlık ya da sıradan bir kavgaya karışmış gibi beyanda bulunarak vücudunuzdaki izlerin rapora geçirilmesini isteyelim.

2- Serbest bırakılınca da gerekli şeylerin fotoğrafını ve videosunu çekelim.

3– Yaşananları son derece ayrıntılı şekilde ifade eden bir şikâyet dilekçesi ile işkenceciler hakkında şikâyette bulunalım. Bu olayla ilgili sağlam raporu veren doktorlar varsa, onlar hakkında da şikâyette bulunalım.

4- Tanık isimlerini ve ifadelerini yazalım. Zira aynı konuda, aynı akıbete uğramış başkaları da vardır.

5- Yaptığınız şikayete takipsizlik kararı verilmesi durumunda takipsizlik kararının tebliğinden itibaren 7 gün içinde bu karara itiraz edelim. Bu itiraz dilekçemizde şu detaylar bulunabilir:

a- Uygun bir raporun verilmediği: (doktorun sahte rapor vermesi, rapor alınırken aynı odada polislerin de bulunması, kendi ifadenizin alınmadığı, yeni bir doktor muayenesine götürülmediği, şüphelilerin ifadelerinin alınmadığı gibi..)

b- AİHS m. 3 anlamında etkin soruşturma yürütülmediği: Evet, netice itibariyle “etkin soruşturma yürütülmediği için” kararın kaldırılması talep edilmeli.

Bu noktada sürelere dikkat:

Süreler her durumda tebliğ ile başlar.

Eğer takipsizlik kararı tebliğ edilmezse savcılığa gidip bu kararın bir örneği istenmeli ve böylece 7 gün içinde itiraz hakkı her hâlükârda kullanılmalıdır.

6- İtirazınız da ret olması halinde:

AYM’ye başvuracaksınız, ret kararının tebliği tarihinden itibaren 30 gün içinde.

(Karar tebliğ edilmese bile ilgili sulh ceza hakimliğinden bu kararı temin edebilirsiniz.)

7- Anayasa Mahkemesi de başvurunuzu reddederse:

Bu durumunda ise 6 ay içinde AİHM’ye başvuracaksınız.

8- Hatırlatalım: İŞKENCE suçunun zamanaşımı yoktur!

İşkence görmüş kişi her zaman işkenceciler hakkında şikayette bulunabilir. Şikâyetinizi savcılığa bir dilekçe ile yapabilirsiniz her zaman.

İşkencecilerin tam kimliğini bilmenize de gerek yok. İsim bildirmeden de şikayette bulunmak mümkündür. Ama yer, zaman, unvan, lakap, giysi, eşkal gibi bilgiler vermek kaydıyla..

9- Diyelim ki, hiç birisini yapamadınız, fırsatınız ve imkanınız olmadı.. İşkencede zamanaşımı olmadığı için, mahkemede savunma yaparken dahi yaşananları anlatarak mahkemeden suç duyurusunda bulunulması talep edilebilirsiniz.

Mahkeme, bu talebinizi dikkate almazsa?

O zaman kendiniz de savcılığa suç duyurusunda bulunabilirsiniz, her zaman.

10- Önemli bir hatırlatma: Mahkemede savunma yaparken işkence ya da kötü muamele altında verilmiş ifadelerinizin hiç birisini kabul etmeyiniz. ASLA kabul etmeyiniz ve işkence altında bu ifadelerin alındığını vurgulayınız.

Bu işkence ya da kötü muameleler her şey olabilir:

-Tehdit, hakaret, yakınına zarar verme ya da onları da tutuklama tehdidi,

-“bunları söyleyeceksin, yoksa tutuklanırsın, şunları dersen serbest kalırsın, işine geri dönersin..” vaatleri gibi…)

Bunların hepsini anlatın. Yaşadığınız kötü muameleleri utanmadan, çekinmeden anlatın. Siz değil, bu suçta ihmali olanlar, devlet utansın! Yine rapor verilmeme vb durumlar olduysa da onları da detaylı şekilde anlatın.
11- Mahkemede bunları anlatmaya çalışıyorsunuz ama hakimler dinlemiyor, tutanağa geçmiyor diyelim, ne yapmalı:

Buna dair itirazınızı tutanağa yazdırmaya çalışın, ayriyeten de yaşadığınız işkenceyi ayrıntılı anlatan yazılı bir dilekçeyi mutlaka dosyaya koyun! Her şey yazılı olsun! Söz uçar, yazı kalır.

14- Her şeye rağmen yine de hakkınızda mahkumiyet kararı verildi diyelim. Bu iş orada kalmaz:

İstinaf, temyiz, AYM, AIHM var daha. Her aşamada bu hukuksuzlukları sürekli dile getirmeli.

İşkence iddialarınızın da peşini bırakmayınız, sonra da takip ediniz lütfen:

Mahkeme sizin adınıza suç duyurusunda bulunsa da, siz kendiniz bulunsanız da.

Hukuk çerçevesinde, kötülüğü kimsenin yanına bırakmayın lütfen. Elimizden geleni yapalım, haklarımızı arayalım, derim.

Sözümüzü bitirirken tekrar hatırlatıyoruz ki: “İŞKENCE SUÇUNDA ZAMAN AŞIMI YOKTUR!

Ve İşkencecilere, Hırvat işkenceci komutanı hatırlatıyorum. Bu komutan, 25 sene önce işlediği suçlardan dolayı 13 yıldır yargılanıyordu. Mahkeme temyiz sonrası 20 yıl hapis cezasını kendisine bildirince, zehir içerek intihar etmek istemişti. Yıllar sonra aynı kötü duruma düşmemeniz adına, hatırlatıyorum.

..

İşkence ve kötü muameleye uğrayanlara geçmiş olsun diyorum ve duydukları acıyı paylaşıyorum. Bu işkenceleri yapanlara ve sessiz kalanlara da: “Bir gün müstahakkınızı bulacaksınız” diyorum.

Görüşmek üzere. Saygılar selamlar.

05.06.2018

Ramazan F. Güzel

(Eski bir avukat, eski bir Ağır Ceza hakimi,

Şimdilerde uzak diyarlarda yeniden öğrenci ve olayların şahidi.

Özetle 29 yıldır hukuk ve adalet yolunun bir yolcusu.)

 

 

HİTLER ALMANYASI YOLUNDA SON 6 KARARNAME

HİTLER ALMANYASI YOLUNDA SON 6 KARARNAME

Değerli dostlar, ülke seçimlere odaklanırken gözden kaçan önemli bir gelişme var ve buna değinmek istiyorum bugün..

AKP’nin seçimlerin sonuçlanmasından sonra yayımlanmak üzere hazırlanan, Erdoğan’ın imzasına kalan 6 adet cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile ilgili..

Bu düzenlemelerle Erdoğan, partisi çoğunluğu sağlasa da sağlamasa da bu kararnamelerle ülkeyi yönetecebilecek. Tarihte bir örneğini biliyoruz. Erdoğan’ın bir konuşmasında açıkça ‘o dönemin yetkilerini istediği Hitler Almanyası’nda… Hitlerin o yasasına gelmeden önce,

Türkiye’deki bu son kararnameler neler ihtiva ediyor, ona bakalım.

DİKTATÖRLÜKTE SON DÖNEMEÇ

Şu an HSK’nın yapısı değiştirilerek, yargının neredeyse yarısına yakını ihraç edilerek yargı, hükümetçe sindirildi. Bu haliyle de Yargı Erki tamamen yürütmeye, hükümete, daha doğrusu Erdoğan’a geçmiş oldu.

Devlet yönetiminde malumunuz, 3 erk vardır.

Yasama/ Yürütme/ Yargı.

Geriye kaldı Yasama.. Bu kararnamalerle de “Yürütmenin yanı sıra yasama yetkisini” de fiilen Cumhurbaşkanı’na devredilmiş olacak.

Nisan Referandumu ile kabul edilen bu anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanı’nın kararname çıkartabilme yetkisi şu an AYM’lik ama eğer gerekli tepkiler verilmezse, işin ucu sıkı tutulmazsa da bu şekilde yürürlüğü girecek.

Cumhurbaşkanı Kararnamesinde neler var:

1-Yürütme yetkisi,

2- Sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler,

3- Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin teşkilatı ve görevleri,

4- Olağanüstü haller,

5- Kamu tüzel kişiliği kurulması

6- Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri ile teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması.

KARARNAMELE DETAYLARI

Bu kararnamelerle neler olacak?

Başbakan ve başbakanlık fiilen bitiyor: Yürütme bu haliyle sadece Cumhurbaşkanı olacak. Başbakan, Bakanlar Kurulu, Hükümet, Bakanlar Kurulu kararı, yasa tasarısı gibi vs artık işlevsiz kalacak.

Başbakanlık ve bakanlıktaki birçok kurum bir şekilde budanıp Cumhurbaşkanına bağlanacak.

Bakanlar azaltılıyor, etkisizleştiriliyor ve yetkisizleştiriliyor.. ve Cumhurbaşkanı 4-5 yardımcısı ile, yani bir A takımı ile bütün işleri tek başına yürütecek.

En önemlisi de komple meclisin etkisi ortadan kalkacak. Çünkü Cumhurbaşkanı/ yani üzerine yetki elbisesi bire bir dikilen Erdoğan;Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile Meclis onayı gerekmeksizin Resmi Gazete’de yayımlandıkları gün yürürlüğe girmek üzere, istediği konuda tek başına yasa çıkarabilecek.

Bakanlar Kurulu, TBMM’de kabul edilen bir yetki kanunu çerçevesinde KHK çıkartabilirken, artık Cumhurbaşkanı Meclis’ten yetki almadan kararname çıkartabilecek, Meclisin onayına ihtiyaç duymayacak.

Meclis ne iş yapacak? Hadi bir yasa çıkarmaya kalktı diyelim;

Kanunu veto etme yetkisi bulunan Cumhurbaşkanı’nın geri gönderdiği kanunun yeniden kabulü için en az 301 milletvekilinin oyu gerekecek.

Yani Meclis külliyen iptal!

HİTLER’İN YOLUNDA SON NOKTA

Bu bize Hitler Almanyasını hatırlatıyor.

Oradaki süreç neredeyse birebir izleniyor. Merak edenler tarihe bakabilir. “German History in Documents and Images” başlıklı araştırmaya bir göz atın isterseniz..

O dönem 27 Şubat 1933’te Reichstag (Parlamento) binası yakıldı.

Reichstag yangınına karşılık olarak iktidara daha geniş polis yetkileri veren geçici bir yasa taslağı hazırlandı ve 28 Şubat 1933’de“Halkın ve Devletin Korunması Kararnamesi” ismiyle yayınlandı.

Anayasa ile güvence altına alınmış olan ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, gösteri ve yürüyüş hakkı, iletişimin gizliliği vs ikinci bir emre kadar askıya alındı.

“Reichstag Yangını Kararnamesi”olarak da bilinen bu kararname, bu haliyle de bizde Düzmece 15 Temmuz Darbesinden sonra ilan edilen OHAL ve OHAL KHK’larına ne de çok benziyor değil mi?

..

Gelelim bizdeki bu son 6 Kararname’nin Hitler izdüşümüne:

1933 Almanya’sında “Millet ve Devlet Üzerindeki Buhranı Giderme Kanunu” adlı ve ayrıca (Yasadışılığı Meşru Kılan Kanun Hükmü ya da Anayasa Maddesi Hükmünde Kararname) esnek bir paket getirilmişti.

Paket çok basit:

Hitler (şansölye) kanunu hazırlar, kabine yasalaştırır ve parlamentonun onayı olmaksızın resmi gazetede yayınlanır.

23 Mart 1933’de dönemin Alman Parlamentosu’na gelen bu yasanın kabul edilmesiyle:

Esasen 1 Nisan 1937’de son bulacak şekilde planlanan tasarı, fiilen hep yürürlükte kaldı.

Tasarının geçmesi ile birlikte Nasyonal Sosyalistler Alman demokrasisi fiilen bitmişti. Sonrası malum; tam diktatörlük, Almanya’nın savaşa sürüklenmesi, sonunda da Almanya ve dünya için felaketler silsilesi…

Son 3 yılda adeta Hitler Almanya’sı ile bire bir, paralel gidiliyor. Bu şekilde gidilip sonunun Türkiye ve bölge için bir felakete dönüşmemesi için başta AYM’ye, diğer partilere ve insiyatif sahiplerine büyük iş düşüyor.

Bize düşen ise hatırlatmak.

Demokratik ve özgür yarınlarda buluşmak üzere.

Saygılarımı sunuyorum.

30.05.2018

Ramazan F. Güzel

(Eski bir avukat, eski bir Ağır Ceza hakimi,

Şimdilerde uzak diyarlarda yeniden öğrenci ve olayların şahidi.

Özetle 29 yıldır hukuk ve adalet yolunun bir yolcusu.)

YSK’NIN “3 AKADEMİSYEN ADAY KARARI”, KHK’LILARA ve YETKİLİLERE FIRSAT

(Bu yazımız;

Youtube kanalımızdaki şu paylaşımın dökümüdür:

( https://youtu.be/Ph8adycVZhs )

Değerli dostlar, bugün de KHKlılarla ilgili deyinmelerde bulunmak istiyorum. Bugün, YSK’nın, CHP’nin milletvekili adayı 3 profesör hakkında vermiş olduğu kararlar üzerinden KHK kararlarını değerlendirmek istiyorum.

Sonda diyeceğimi en başta diyeyim:

Bu karar, işe geri dönüş noktasında bütün KHK’lılar hakkında yeni bir umut kapısı olduğu kadar, bu yanlıştan dönme ve ileride mesuliyetten kurtulma adına bütün kurumlar ve yetkililer için de belki son fırsat… Köprüden önce son çıkışları belki de..

Nedenlerine geçelim…

Fakat öncelikle belirteyim ki; KHK’lar, normalde sadece ‘Olağanüstü Hal’i ilgilendiren konularla ilgili düzenlemeler içermesi gerekirken, Ömer Gergerlioğlu’nun bir röportajında da belirttiği gibi, ‘Cumhurbaşkanı’nın rektör atamalarından tutun da, kış lastiği zorunluluğu’na varıncaya kadar her alana müdahale eder hale gelmiştir.

Ülke zaten şu an KHK’larla idare edilir oldu. Idare ediliyor denemez buna da, metazori ile yuvarlama, ittirme diyebiliriz..

Bu noktada YSK’dan KHK’larla için umut olacak bir karar geldi; KHK mağduru kimselerin de milletvekili adayı olabileceğine hükmetti.

KHK’lılar, fiilen hiçbir yerde çalıştırılamazken, milletvekili olabilecekleri söylendi yani… Bu da aslında YSK tarafından, dolaylı da olsa ‘bütün KHK’ların içeriğinin geçersiz ve yersiz olduğunu’ tescil etmiş oldu.

Aslında bu konuda en baştan insiyatif alması gereken mahkeme Anayasa Mahkemesi idi ama onlar, kendi kararlarının da dikkate alınmaması karşısında bütün insiyatifi yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanına devretti ve çıktı işin içinden. Resmen havlu attı burada AYM.

YSK’nın bahse konu kararına gelince:

Geçenlerde CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş, YSK’nın CHP’nin milletvekili adayları İbrahim Kaboğlu, Yüksel Taşkın ve Cihangir İslam’ın aday olabileceklerine hükmettiğini açıklamıştı.

Hatırlarsınız, CHP, milletvekili genel seçimi için İstanbul’dan 3 profesörü aday göstermişti: Prof. Dr. İbrahim Özden Kaboğlu, Prof. Dr. Cihangir İslam ve Prof. Dr. Yüksel Taşkın.

Bu başvurlara, -3 akademisyenin de KHK’lı oldukları gerekçesiyle- bir itiraz gelmişti.

‘Bir vatandaş tarafından yapıldığı’belirtilen itirazın dilekçesinde, 3 akademisyenin de KHK ile görevlerinden ihraç edildiği ve vekil adayı olamayacağı öne sürülmüştü.

Bunun üzerine CHP bu itirazın reddi için YSK’ye başvurmuştu.

YSK, kararını nihayet verdi ve işbu itirazı reddederek CHP’nin KHK mağduru milletvekili adaylarının aday olabileceklerine hükmetti.

Bu hüküm, kendisi de bir KHK mağduru olan HDP’den Ömer Gergerlioğlu ve de başka partilerden diger milletvekili adaylarını da kıyasen kapsıyor.

Aslına bakarsanız, kıyasen sadece başka KHK’lı adayları değil, bütün KHK’lıları kapsayan bir hükümdür bu. AYM’nin yapması gerekeni zımmen YSK yapmış oldu sağolsun. YSK başkanı çay toplamaya gitmemişti sanırım.. o yüzden tam güncellenememiş sağolsunlar..

YSK’nın bu kararını 28 Mayıs’ta sosyal medya hesabından paylaşan CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş’ın şu sözleri de kayda değer:

“Bu kararla birlikte, KHK mağdurlarının işlerine dönüşünün ve kamuda çalışmasının önündeki engel de kalkmış oldu. YSK, KHK’nın hukuksuzluğunu tescil etti.”

Evet, geriye tek bir aşama kalıyor o zaman; kanunsuzca ve hukuksuzca işinden edilen onbinlerce, yüzbinlece KHK mağdurlarını tekrar işine iade etme konusunda, ilgili kurum yetkililerin insiyatif alması..

Biraz cesaret, biraz da vicdan gerekiyor bunun için tabii ki. Umarım bunlar da vardır o yetkililerde..

‘Yanlışlık var’ diyerek dönülür zaten:

Kurumlar ve yetkililer zaten isteseler, biraz vicdanlı yaklaşsalar, ‘Bir yanlışlık var’ deyip herkesi geri işine iade edebilirler. Nitekim öyle de olmuştu.

Hatırlarsınız, AKP Antalya milletvekili Hüseyin Samani’nin kızı KHK ile atılmıştı, sonraki bir KHK ile 25 Ağustos 2017’de işe iade edilmişti.

Çok yerinde bir karar. Bu milletvekili kızının ve de bütün KHK mağdurlarının aynı şekilde iade edilmesi gerekir, ‘bir yanlışlık, bir zalimlik olmuş pardon’ denilerek.. zira verilen bütün ihraç kararları mesnetsizdir, baştan aşağı yanlışlıklar silsilesidir.

Çalışma hakkı’ Anayasal bir hak:

Nitekim ‘çalışma hakkı’ hem Anayasamızda hen de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde güvence altına alınmış temel haklardandır.

Nitekim Anayasamızın ‘ÇALIŞMA HAKKI VE ÖDEVİ’ bölümünün 49. Maddesi’nde aynen şöyle denir:

“Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir.

Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları korumak, çalışmayı desteklemek ve işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak için gerekli tedbirleri alır.

Devlet, işçi-işveren ilişkilerinde çalışma barışının sağlanmasını kolaylaştırıcı ve koruyucu tedbirler alır.”

Anayasa’nın bu maddesi, insanların temel haklarından olan çalışma hakkını ve özgürlüğünü’ bu şekilde teminat altına alır ve bu keyfi olarak kısıtlanamaz.

AİHM’nin de ‘çalışma hakkı’na dair birçok emsal kararı bulunmaktadır:

– Kosiek / Almanya kararı gibi:(Başvuran burada, öğretim görevlisi olarak atanmamasının tek nedeninin siyasi faaliyetleri olduğunu ileri sürmüştür.)

– Lombardi Vallauri / İtalya kararı: (Bu dava, bir mezhep üniversitesinde görev yapan başvuranın, üniversitenin görüşleriyle bağdaşmadığı iddia edilen görüşlere sahip olduğu gerekçesiyle sözleşmesinin yenilenmemesine ilişkindir.

– Veya Larissis ve Diğerleri / Yunanistan kararı gibi: (Hava kuvvetlerinde subay olarak görev yapan ve Pentekostal Kilisesi üyesi olan üç başvuran, kendi astları olan üç havacı da dahil olmak üzere, bazı kişilere kendi inançlarını benimsetmeye çalışmış ve Yunan mahkemeleri tarafından başkalarını kendi dinine çevirmeye teşebbüs suçundan mahkûm edilmiştir. Mahkeme, başvuranların hava kuvvetleri personelini kendi dinlerine çevirme çabalarına karşı alınan önlemler bakımından Sözleşme’nin 9. maddesinin (düşünce, vicdan ve din özgürlüğü) ihlal edilmediğine karar vermiş, zira Devletin, ast konumundaki havacıları üst konumundaki personelin haksız baskılarından koruması gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme, ayrıca, başvuranlardan ikisi hakkında sivilleri kendi dinlerine çevirme çabalarına karşı alınan önlemler bakımından Sözleşme’nin 9. maddesinin ihlal edildiğini, zira sivillerin, havacılar gibi baskı ve kısıtlamalara tabi olmadıklarını ifade etmiştir.)

.. Daha böyle sayısız kararlar bulunmaktadır. Sizleri kararlara boğmak istemiyorum.

Ama altını çizeyim ki,

Türkiye’de mevcut yasaların ve -iç hukuk gibi bağlayıcılığı olan- uluslararası yasa ve içtihatların rağmına, insanlar işinden ediliyor.

Ve bunlar böyle mesnetsizce, keyfi olarak, hem de böyle çarşaf listeler halinde kesinlikle kısıtlanamaz. Göreve ait bir ihmal ve suistimal varsa, bu da araştırılır, soruşturulması yapılır, mahkeme safahatı olur ve sonra gerekirse ihraç olabilir. Onun bile kendisine göre sınırlamaları vardır.

SOSYAL İDAM, HATTA SOYKIRIM!

KHK’larla işini kaybedenlerin sebeplerine bakıyorsunuz.

Yurtdışı kanallarına konuşanlar anlatıyor, ordan öğreniyoruz ki:

– Bir kısmı yasal bir sendikaya üye oldukları için,

– bir kısmı “devlet büyüklerinin açtığı bir bankada” para bulundurdukları için işten atılmış,

– İlginçtir ki birçoğu da neden atıldıkları hakkında hiçbir fikri olmadığını söylüyor, BBC gibi kanallara..

O röportajlar dizisinde bir mağdurun ilginç bir sözü vardı:

‘Bu yaşananlar, sosyal bir idamdır.’

Evet, tam anlamıyla idam; açlığa, yokluğa mahkum etmenin tam karşılığı ‘sosyal idam’. Çünkü insanları çalıştıkları kurumlardan atıyorsunuz, sonar bu insanlar çocuklarına yemek götürmek için çok düşük ücretlerde ve çok düşük pozisyonlarda da olsa bir iş bulsa da, buna da mani oluyorsunuz.

Böyle bir KHK mağdurunu işe aldı diye işyeri sahiplerine baskılar, yersiz cezalar gelebiliyor. Bu da insanları kayıt dışı çalışmaya itebiliyor. Beraberinde de tabii ki suistimaller getirebiliyor. Insanlar sigortasız, sosyal hakları olmaksızın hayatta kalmaya çalışıyor.

Hani, Ergenekon tutuklusu bazı komutanların telefon konuşmaları yansımıştı medyaya.. Orada: ‘Hükümetle anlaştık, çıkacağız. Sonra birileri aç kalacaklar, bu sefer işi sıkı tutup çoluk çocuk affetmeyeceğiz.” Deniyordu. Tam da o süreç yaşanıyor.

KHK mağdurunun ‘sosyal idam’ dediği hadisenin siyasi tarihteki adı ‘soykırım’dır. Bunun aynısını yakın dönemde Hitler, Yahudiler’e karşı uygulamıştı. Sosyal tecrit, ayrıştırma ve aşama aşama yok etme.

Benzer acıların yaşanmaması ve Türkiye’nin Hitler Almanyası gibi tarih boyu utançla anılmaması için bu kötü gidişe dur denilmesi gerekir. Bu noktada da YSK’nın bu kararı fırsat olabilir. KHK’lıların siyaset hakkına dair YSK’nın bu kararını bahane ederek diğer kurumlar da işten attıkları çalışanlarını geri işe almalıdırlar,‘bir yanlışlık olmuş’ diyerek..

Hatanın neresinden dönülse kardır.

Evet sevgili devlet yetkilileri, işte size bir fırsat.

İşte köprüden önce son çıkış.

Yoksa hepiniz ileride, bu zulme ortak olmuş kimseler olarak tarih önünde de, mahkeme önünde de hesap vereceksiniz. Bunu da dostane hatırlatayım.

Bütün mağdurların haklarını alabilmeleri dileklerimle,

Herkesi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum.

30.05.2018

Ramazan F. Güzel

(Eski bir avukat, eski bir Ağır Ceza hakimi,

Şimdilerde uzak diyarlarda yeniden öğrenci ve olayların şahidi.

Özetle 29 yıldır hukuk ve adalet yolunun bir yolcusu.)

KHK’LAR, OHAL DERKEN; HAKLARIMIZI ALABİLECEK MİYİZ?

(Bu yazı,KHK’LAR İPTAL OLACAK MI? YOUTUBE kanalımızdaki şu paylaşımın dökümüdür:

 

Türkiye’de, anlamsız bir OHAL ile, dalga dalga gelen saçma KHK’larla yüzbinlerce insan mağdur edildi ve her geçen gün mağdurların arasına yenilerini eklenip duruyor.

Ve bu dönem içerisinde:

‘Haklarımızı geri alabilecek miyiz, bu dönemler geçecek mi?’ gibi sorular en merak edilenlerin başında geliyor..

Bu yönde de bana bir çok sorular geldi. E-mail olarak, ya da Twetter’dan özel mesaj olarak gelen sorulara, -içindeki özel detaylarına göre- kendimce cevaplar vermeye çalıştım.

Bu paylaşımda da kısa bir hatırlatma yapma ihtiyacı hissettim. Nitekim geçtiğimiz günlerde bir haber yayınında da benzer bir soru gelmiş, orada da dilimin döndüğünce bir şeyler demeye çalışmıştım..

DİPLOMASIZ CUMHURBAŞKANI’NIN YAPTIKLARI ZATEN İPTAL OLACAK

Hemen baştan diyeyim ki; ülkenin başında Cumhurbaşkanı seçilme vasıflarına haiz olmayan –diplomasız- birisi var. Malumunuz, kanunen de Cumhurbaşkanı seçilmek için ‘üniversite diploması sahibi olma’ şartı vardır. (Anayasa’nın 101. Maddesi: ‘yükseköğrenim diploması şartı ortaya koyar. Ne hikmetse, apar topar bu şartı da önümüzdeki seçim için ortadan kaldırma teklifi verildi.)

Dolayısıyla da, seçilme vasıflarını taşımayan birisinin yapmış olduğu ve yapacağı her icraat ve işlem yok hükmündedir. Hepsi geri alınmalıdır. Ki, hukuk geldiğinde alınacaktır da..

ÇAKMA DARBENİN OHAL’İ DE GEÇERSİZ

Diğer mesele; OHAL ilanını gerektiren sebeplerin hepsi kurmacadır, başta da “15 Temmuz” aldatmacası. Dayanağı olmadan yaptıkları bu işlemlerin de geçerliliği yoktur.

KANUNİLİK ESASI GEREĞİNCE HEPSİ İPTAL

Hukukta kanunilik esastır, o dönem suç olmayan bir şey için sonradan insanlar suçlanamaz, geriye doğru uygulanamaz. Bir dönem kanunda yasaklayıcı bir hüküm olmadığı halde;

sonradan bir insanın bir bankada hesabı var diye,

telefonuna bir app yükledi diye,

bir derneğe üye oldu diye vs. sonradan suçlanamaz, bunlara dayandırılarak insanlara suç isnat edilemez, bu yolda yapılan bütün işlemler de yersiz ve hükümsüzdür.

Ve bu gerekçelerle de insanlar sorgusuz sualsiz işinden ediliyor, memuriyetten atılıyor. Halbuki ‘kazanılmış haklar korunur.’ Bu noktada da memurların durumu özel hassasiyet arz eder..

ULUSLARARASI ANLAŞMALAR GEREĞİ TEMEL HAKLARA DAİR KHK’LAR İPTAL

Bu çakma darbe bahane edilerek Anayasa’nın 121. Maddesi uyarınca bir dizi KHK’lar çıkarılıyor, yetki konusunda da 91. Maddeye atıf var.

Tamam, eyvallah.

Ama bir de Anayasa’nın 90. Maddesi var.

Bu maddenin son fıkrası:

“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.” der. Ayrıca devamında:

“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.”denilmektedir. Ve şu ana kadar çıkarılan KHK’ların hepsi uluslararası antlaşmalarda geçen bütün temel hakları ihlal etmektedir ve geçersizdir.

Dolayısıyla da temel özlük haklara dair kafanıza göre KHK çıkaramazsınız.

İnsanları, kazanılmış haklarından edemezsiniz.

OHAL dönemi işlemler, uluslararası standartlara göre;

Kolluk tedbirleri ağırlıklıdır, yeri geldiğinde ekonomik bazı tedbirler alırsınız, o kadar..

Ama insanların kişilik haklarına, temel haklarına müdahale edemezsiniz, bunları ihlal edemezsiniz.

Keyfinize göre insanları işinden, yurdundan atamazsınız!

HUKUK DEVLETİNİN GEREĞİ

Ayrıca çıkarılacak KHK’larda Anayasa’nın m.15/2 ve AİHS m.15/2’ye göre de öngörülen temel hak ve özgürlüklere bağlı kalma ve “hukuk devleti” ilkesini ihlal etmeme şartı vardır. Bu kapsamı aşan düzenlemeler de hükümsüzdür. Hukuk geldiğinde hepsi geri dönecektir..

Ha derseniz:

“Bu adamlar Anayasa’ya da saygı duymadıklarını, kabul etmediklerini deklare ettiler, ne uluslararası hukuk, anlaşma filan diyorsun?”

Evet, şimdi öyle, şu an hiç bir kanun iradesini tanımıyorlar, ulusal yasaları da, uluslararası yasaları da..

Hatta Yaratıcı’nın gönderdiği kuralları bile askıya aldılar, kiralık bir fetva eminleri var, her keyiflerine uygun fetva çıkarıyor: “Yolsuzluk, hırsızlık, gasp.. ne isterseniz yapabilirsiniz, cevaz veriyorum” diyor, onlar da gönül huzuruyla eşkıyalıklarına devam ediyorlar.

Hukuk, suyun med-cezir hareketleri gibidir ve kimin av olacağına da suyun seviyesi karar verir. Su çekilince balıklar böceklere yem olur, su tekrar geldiğinde ise böcekler balıklara yem olur. Tek mesele, ülkeye tekrar cansuyu/ hukuk gelmesi.

DEVLETİ YIKSALAR DA BORÇLAR BAKİ

Tek mesele bu diyoruz da, bir büyük mesele de şu:

Adamlar öyle büyük bir yıkım faaliyeti içinde ki, kısa zaman içerisinde ortada ülke diye bir şey bırakmayabilirler. O zaman, haklar nereden alınır?

Osmanlı yıkıldığında da borçlar ve sorumluluklar yeni devlete intikal etmişti. Burada da öyle yaparlar sanırım.

Büyük hesap gününde boynuzsuz koç, boynuzlu koçtan hakkını alacak.. kim ne işlediyse zerresine kadar hakkını geri alacak.. Tayyiban dini, ya da bir başka kült ne der bu dediklerime, bilmem ama İslami dini kaynakları böyle diyor..

Evet, herkes bir şekilde haklarını geri alacak. Ama umudumuz, mağdurlar bu dünyada da haklarını almaları.. hem de en kısa zaman içinde. Bu yönde de çalışmaya, direnmeye ve mücadeleye devam.

Herkese en derin saygı ve selamlarımla.

28.05.2018

Ramazan F. Güzel

(Eski bir avukat, eski bir Ağır Ceza hakimi,

Şimdilerde uzak diyarlarda yeniden öğrenci ve olayların şahidi.

Özetle 29 yıldır hukuk ve adalet yolunun bir yolcusu.)

13- ORUCU BOZANLAR – BOZMAYANLAR ve BİZİ BOZANLAR

 

13ramazan

Değerli dostlar ve de aziz cemaat.. hayırlı ramazanlar, hayırlı cumalar..

Bugün böyle başlamam, farklı bir anlatımda bulunacağımdan.

Yıllar yılıdır kanayan bir yaraya neşter vuracağız bugün çünkü..

İşin dini, ilmihali boyutu olduğu için de böyle bir giriş yapmış olduk.

Yara şu ki: Yıllardır insanımız her ramazanda, “Orucu ne bozar, ne bozmaz, ne caizdir, ne değildir?” diye sormaktan ve hep aynı cevapları uzun uzun almaktan bitap düştü. Hem bunun için de dolaylı olarak da tomarlarla paralar veriyor insanımız: ekran hocalarına reklam olarak, kanallara vakit ayırarak..

Evet, yaranın bir yönü düz vatandaşa, diğer yüzü ise ekran hocalarına vs bakıyor. O hocalar da yıllar yılıdır hep aynı sorulara cevap vermekten bitap düştüler. Diyanet ve fetva kurulları, hatları vs de..

Onları tekrar tekrar yoran meseleleri bir çırpıda ortadan kaldırayım, sonra onların asıl cevaplayacağı konulara yol açayım diyordum.

Önce o meşhur sorular ve cevapları:

A- ORUCU BOZANLAR

“Orucun temel unsuru, yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak, nefsi bunlardan mahrum bırakmak olduğu için, oruçlu iken bunlar ve bu anlama gelecek davranışlar orucu bozar. Yemek ve içmek, yenilip içilmesi mûtat olan her şeyi kapsamı içine alır. Sigara, nargile gibi keyif veren tütün kökenli dumanlı maddeler ile uyuşturucular ve tiryakilik gereği alınan tüm maddeler oruç yasakları kapsamına girer (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, III, 386-387). Her ne sebeple olursa olsun, ağızdan alınan ilaçlar da aynı hükme tabidir.” (Tafsilat için bkz Diyanet)

Ağız kokusunu önlemek için ağız spreyi kullanmak veya sakız çiğneme meselesine gelince: Ağız ve burundan alınıp mideye ulaşan her şey orucu bozar. Sakızlardan da içinde katkı maddesi olup da bunlardan miğdeye gidenler bozar haliyle.

Orucu bozmayan ama kazayı gerektiren haller ile, orucu bozup kazayı gerektiren halleri şu siteden bulabilirsiniz mesela:

http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=4304

daha fazla detaya girmeyeyim o yüzden de..

B- ORUCU BOZMAYANLAR

-Unutarak yemek içmek orucu bozmaz

Kan aldırmak orucu bozmaz.

Kalp hastalarının dilaltı hapı kullanması orucu bozmaz.

Göz damlası bozmaz.

Anestezi yaptırmak orucu bozmaz. Ama işin içine serum girerse bozar.

– Makyaj, saç boyamak ve saç bakımı bozmaz.

Ağda veya epilasyon yaptırmak, vücuttaki kılları aldırmak oruca engel değil.

Diş fırçalamakla oruç bozulmaz. Bununla birlikte, diş macununun veya suyun boğaza kaçması hâlinde oruç bozulur ve kazası gerekir.

BİR DE İNSANI BOZAN HALLER VAR

Şimdi gelelim, -hocalarımızın önceki soruları cevaplamaktan, bir türlü bakmaya fırsat bulamadığı- asıl sorulara.. İlk aklımdaki sıralayayım, sizler de aklınıza geldikçe buraya paylaşınız lütfen.

Evet, başlıyorum:

-Allah’ın helal dediğine haram demenin, haram dediğine de helal demenin dinde yeri nedir? Böyle diyen, sürekli böyle hareket eden bir insan müslüman olarak kalabilir mi?

-Yalan söylemek günah mıdır? Bu yalan bir de ekranlar önünde yapılırsa mesuliyeti artar mı? Yalan söylemek günahsa ve insan bunu adet haline getirdiyse, hatta artık bunun bir günah olmadığını bile düşünmeye başladıysa, ona türlü kılıflar bularak meşrulaştırdıysa o insan haramı helal kılmakla imandar çıkar mı?

-İnsanlara iftira atmak günah mıdır? Bu iftira bir de topluluklara, geniş halk kesimlerine karşı yapılırsa vebali artar mı? Bu bir de ekranlar önünde milyonlara karşı yapılırsa vebali nice olur?

– “Harp hiledir” deniyor. Dinde böyle bir şey var mıdır? Harpten kasıt nedir? Harp diyerek herşeyi harp gibi görmek ve her yaptığının hile olması, insanı dinen hangi noktaya taşır?

– Hırsızlık haram mıdır, yolsuzluk haram mıdır, milletin malını iç etmek haram mıdır? Harama haram demek suç mudur? Harama haram dediği diye insanlara zulmedilmesi hak mıdır? Onlara bunu yapanlar, destek verenler müslüman olarak kalabilir mi?

Hırsızlık, yolsuzluk haram ise eğer; bunlara humus, pay vb isimler takmak, onları meşrulaştırmaya çalışmak, helal göstermeye çalışmak günah mıdır? Haram ise haramı helal göstermenin dinde yeri nedir, müslüman olarak kalır mı bunlar?

– Adam kayırmacılığın dinde yeri nedir? “önce akrabayı gözet” düsturunu, siyasetine kullanmak? Bunu diyen dinen müslüman mıdır?

– İnsanlara, topluluklara iftira atmak günah mıdır? Bunu kitleler önünde yapsa, kitleleri de buna inanmaya zorlasa.. kitleler buna ortak olsa, onların dindeki yeri nedir?

– Yine iftiraya girecek şekilde insanlara yalancı tanıklar, sözde gizli tanıklar ayarlamak, önce bunların ifadeleri var demek, sonra yok deyip mahkemeleri aldatmak caiz midir?

– Kadıları, yani hakimleri- mahkemeleri satın almak günah mıdır?

– insanların ekmeğiyle, özgürlüğüyle uğraşmak.. nedir?

– Küfretmenin dindeki yeri nedir? Parayla trol denilen insanlar tutup, gazeteci kisvesi altında tetikçiler tutup insanlara küfrettirmek, hakaretler ettirmek günah mıdır? Bunlara maruz kalan insanlar haklarını helal etmese, bu küfürcüler cennete gidebilir mi gidemez mi?

-Milletin, insanların malına çökmek caiz midir? Gasp etmek günah mıdır, eğer günah ise buna helal fetvası verilebilir mi? Buna helal diyenlerin dindeki yeri nedir?..

..

Şimdilik soruları burada kesiyorum.. sizlerin de aklına gelen soruları bekliyorum. Oldukça paylaşın lütfen, zenginleştirelim meseleyi.

Şimdi de ekran hocalarının, fetva eminlerinin, diyanet fetva hatlarının bu meselelere kafa yormasını bekliyorum. Ama itiraf edin, zor geldi değil mi? Zor derken.. içerik noktasında demedim. İçerik belli. Bunların dindeki yeri, Kuran’da ve ayette geçen karşılıkları, hükümleri sabit. Zaten dini emirler İslam’da 1400 yıldır sabit, hiç değişmedi. Kitap da fiks. Tek kitaptan sorumluyuz. Hep aynı yerlerden çıkıyor sorular. Sadece İslam’da değil, Hz. Adem’den beridir gönderilen bütün dinlerde temel emirler aynıdır: çalmayın, öldürmeyin, yalan söylemeyin vs..

Fakat şundan dolayı zor geldiğini biliyorum:

Bu dediğim sorulara hakkıyla cevap verecek olsanız, ucunun bazı güç sahiplerine dokunacağını, onların işinine gelmeyeceğini bildiğinizi biliyorum. Bunları cevaplarsanız başınıza bir iş gelmesinden korkuyorsunuz değil mi? Zira haberlerde de okumuşsunuzdur, Gazeteci Mustafa Ünal, Nahl suresinin 90. Ayetini tweet olarak paylaştı diye içeride ve müebbetle yargılanıyor. O ayetli mesaj ne:

“Muhakkak ki Allah adaleti emreder, Hayırlı cumalar”

Bunları görmek sizi korkutuyor değil mi? Haram haram dedin mi kelepçe.. alırlar adamı. Ekip otosu. Bir de “haram lokma yemedim” filan demeye kalkarsanız eyvah eyvah..

..

Bazılarınca hadis de denilen güzel bir söz var dini kitaplarda:

“Batıl / yanlış şeyleri söyleyerek insanlara nasihat eden, konuşan şeytandır. Hakkı söylemekten sakınan ise dilsiz şeytandır.” Öyle değil mi?

Sizin işiniz dinin aslını söylemek değil mi? Bunun için para almıyor musunuz? Böyle sorular için açacaksınız kitabı: doğrudur veya yanlıştır diyeceksiniz, haramdır veya helaldir diyeceksiniz.  Yoksa hadislerde bahsedilen “yeşil taylasanlılar ordusu”ndan olur çıkarsınız.

Bak bizler şöyle yaptık. Karşımıza bir olay, bir dava geldiğinde açtık kanun kitabını: suçsa suç dedik, suç değilse değil dedik, beraat dedik. “Ucu birilerine dokunur” dediler. “Dokunursa dokunsun kardeşim, işimiz bu. Bu kanunda, bu kitapta böyle diyor” dedik. Başımıza da bunlar geldi, evet. 5 bin yargı mensubu şu an ihraç evet, eyvallah.. Yüzbinlerce insan da mesleki kurallarının gereği neyse, kitabına göre yapmaya çalıştı, şimdi de bedelini ödüyor, evet. Ama mesleklerine, etik değerlerine ihanet etmediler. Sizler de buyrun bakalım.

Hadi kolay gelsin.

Hadi tekrar hayırlı cumalar, hayırlı ramazanlar. Aziz cemaat ve aziz hocalar..

25.05.2018

Ramazan F. Güzel

(Eski bir avukat, eski bir Ağır Ceza hakimi,

Şimdilerde uzak diyarlarda yeniden öğrenci ve olayların şahidi.

Özetle 29 yıldır hukuk ve adalet yolunun bir yolcusu.)

 

 

 

12- “KÜRTAJ DEDE” ve ÇAĞRIŞTIRDIKLARI

kurtajDede

Değerli dostlar,

Ülkede şuan derin konular çok tartışılamıyor. Millet üzerinde o kadar ağır baskılar var ki, ancak günlük ve gelir-geçer şeyler üzerinde konuşulabiliyor.. Hafif magazinel konular, baş ağrıtmayacak, daha doğrusu başı belaya sokmayacak tartışmalar, anlık gelişen durumların videoları vs.. Sanatçı taifesinin durumunu soracak olursanız; artık koyu yandaş olan bir sanatçı, ülkedeki özgürlük derecesini ölçerken, yerlere rahat rahat tükürebilmeyi örnek gösterebiliyor. Afedersiniz, yerlere tükürme özgürlüünde Avrupa’dan ilerideymişiz.. Magandalıkta, çevre bilinçsizliğinde birincilik.. Bununla özgürlük arayışı… Bir başka yaşlı oyuncu, sanatçı bayan da ülkedeki özgürlüğün düünyada benzerinin olmadığını söyledi. İkisi de ihalelerini kaptı.. çocukları üzerinden.. bu sözlerinin kendilerine kısmen faydası oldu ama ülke gündemine, gerçeklerine hiç bir katkısı yok.. belki sadece yüzlerde istihzai bir tebessüme yol açıyordur.. o kadar..

Biz de burada hukuk ekseninde ülke gündemini kendi penceremizden değerlendirmeye başladık. Bugün ben de o güncel, espiritüel görülen bir meseleyi değinmek istiyorum. Hani bir TV kanalı sokak röportajı yaparken bir sakallı hacıamcaya denk geliyor. Röportaj yapmaya çalışılırken olay bir anda “Kürtaj”a dönüyor, hatta bildiğin “Beyin kürtajı” ortaya çıkıyor!

(Haberin linki: https://youtu.be/QzXQP_MXBWw )

Oradaki geçen hadiseler birçok insanı tebessüme, hatta kahkahaya boğdu belki de.. Sosyal medyada bir sürü videola5ı, komik klipleri yapılıyor. Kimisi eğlence adına, kimisi de zararlı ve kendisine ters gördüğü bu zihniyeti böyle yerin dibine batırarak mücadele etmiş ve hatta intikamını almış oluyor kendince.. Bunlar çoğu da emek verilmiş ve güldüren çalışmalardı..

Evet, ama durup biraz geriye çekilelim ve meseleye biraz serin kanlıca yaklaşıp olayları ve insanımızı tanımaya çalışalım, derim.. Çünkü artık şuna inanıyorum bir müddettir:

Kurgu/ düzmece olmadığı sürece, parçalar bütünün habercisidir ve bire bir numunesidir. Bazen bütün bir resmi anlamak için bütün detaylayı tek tek incelemeye gerek yok.. Sürecin ya da bütünlüğün bir kesitini aldığınızda ve o anı çok iyi anladığınızda, çok yerinde analiz ettiğinizde, o bütünlüğü çok iyi çözümleyebiliyorsunuz.

Bu düşünce artık hayatıma yön veriyor. İnsanları, toplulukları anlamak için çok uzun dönemlere, çok uzun süreçlere ihtiyaç duymuyorum artık. Yaşanan bazı duygu patlamalarındaki ortamın “foto-finiş”lerini çekiyorum ve sonra onları çoklu kombinezonlu kafamda ve ruhumda sürekli olarak tahlil ediyorum.. tahlil sonuçlarını çıkarıp insanların ve toplulukların değerlerini ortaya koyuyorum. Bunları hayatıma adapte ediyorum ve yoluma devam ediyorum.

Hayatımın, herşeyimin savrulduğu şu özellikle son 2 yılda, hayatımdaki herşeyi ve herkesi baştan tanımlarken artık sürgitlerle uğraşmıyorum. Size de tavsiye ederim. İnsan böyle hareket edince, o kadar rahatlıyor, zihni o kadar berrak hale geliyor ki..

Evet, sizinle “Kürtaj Dede” röportajını değerlendirecektik. Bu ismi Oda Tv koymuş, bana da ilginç geldi ve kullanıyorum. Bu atarlı dedenin ismini, yerini yurdunu, ne işle iştigal ettiğini bilmiyorum.. çoğumuz gibi.. Ama onun ortaya koyduklarında ülkenin büyük bir modellemesini görüyorum. O yüzden de önemsiyorum. Bu kısa röportaj üzerine de birilerinin kafa yormasını umuyorum.

Kaldı ki bu ülkede şarkıcı ve dansçı Nez’in bir klibi hakkında tez çalışması yapılmışlığı bile var! Böylesine sıradan görüp geçtiğimiz kurmaca bir müzik klibine bile kafa yorulduğu, bunun hakkında bilimsel bir araştırma yapıldığı ve üniversiteden kabul aldığı bir yerde, bu röportajın da haydi haydi bir araştırmayı hak ettiğini düşünüyorum.

Hemen belirteyim, Nez klibini tahlili yapılmasına da karşı değilim.. her konuda araştırma yapılabilmeli.. sizin bazen gülüp geçtiğiniz, görüp geçtiğiniz şeyler hakkında birileri başka detaylar yakalayabilir.. olur mu olur yani.. o yüzden de şunlar araştırılabilir, şunlar araştırılamaz” diye tahditler konulmamalı kanımca..

..

Bu uzun girizgahtan sonra değerlendirmeme geçiyorum.. kısa kısa tespitlerim olacak. Takipçi dostlardan da bu konuda, ya da başka benzer konularda foto-finiş şipşak fotoğraflar çekip tahliller çıkarmalarını umuyorum.

Evet, bahse konu röportaj, “Gazete 365” isimli bir kanal tarafından yapılmış.. Alternatif medyaların birbir susturulduğu, kiminin kapatıldığı, kiminin devralındığı yerde, habercilik adına artık böylesine küçük insiyatifler bile rol alabiliyor..

Röportajı, geç bir bayan kızımız yapıyor, kimsenin pek bilmediği, tanımadığı.. Dünyada hapiste olan gazetecilerin üçte birinin hapiste ya da sürgündü olduğu ülkede artık habercilik çok genç çalışanlarca yürütülmeye çalışıyor. Bu röportajımızda da o bayan, yaşanan olaylar esnasında da elinde mikrofonla şaşkın kala kalmaktan öteye de geçemiyor. Ama neticede de ortaya ibretlik bir röportaj çıkıyor..

Röportajda soru: “24 Haziran’da kime oy vereceksiniz?”

Sakallı amca, belki ömrü hayatında ilk defa birilerinin fikrini sormasıyla heyecanla anlatmaya başlıyor, neden oyunu Ak Parti’ye vermek istediğini sıralamaya çalışıyor:

“Çalışıyorlar” diyor ve ekliyor, “Bu partinin bu ülkenin başına gelmesi çok geç kaldı, çook!”.. heyecandan sesini ve el kol hareketlerini kontrol edemeyecek şekilde… Osmanlı’dan hemen sonra bu partinin başa geçmesini umduğunu vurgulayan amca, “Emparyalist uşakları diim sağa” dediklerinin Osmanlı’dan sonra başa geldiğini söylüyor, başındaki siyah takkeyi çıkarıyor ve o meşhur olan repliğini dile getiriyor:

“(Bunlar) Ne yaptı: Takke yasıaa, eşarp yasıaa, üniversitelerde eşarp yasıaaa..”

Orada –muhtemelen CHP’li- orta yaşlı bir bayan müdahale ediyor, ona itiraz edip susturmaya çalışıyor.

Hacıamca ise hayatında ilk defa kendisine fikir beyan etme fırsatı sunulduğunda o anı sonuna kadar değerlendirmek istiyor. Andy Warholl’un dediği gibi, herkesin 15 dakikalığına da olsa medyada meşhur olma imkanı bulduğu günümüzde, “Kürtaj amca” bu fırsatını layıkıyla kullanmak çabalıyor. Ve o, teyzenin müdahalesine rağmen devam ediyor:

“Milleti oyaladı onlar, bir çivi çakmadılar, onlar geldi..” Layik teyze yine bastırıyor, “Ne yapmışlar?!”

Amca ise performansını arttırıyor ve artık meşhur olan sözlerini sıralıyor, ahankli el kol hareketleri ve figürleriyle:

“Laiklik elden gidiyeah, irtica geliyea.. Hani nerde ya, laikliği yine en güzel bu iktidar uygulaye..”

Orda sotede bekleyen eli şemsiyeli, pala bıyıklı bir bey devreye giriyor, partisini eleştirecek oluyor ama laikçi teyze artık dayanamayıp bodoslama dalıyor ve bu sefer amcayı yumuşak karnından vuruyor: “Sen önce o dişlerini fırçala.. sen önce dişlerini fırçalamayı öğren!” Bunu 3 kere tekrarlayarak, eliyle de sözlerini güçlendirerek..

Amca, “Hanfendi, biz şu beyle konuşuyoruz..” vs diyecek oluyor, bu özelinden gelen saldırı karşısında bir duraklıyor, “Bak, sen..” Orada bir kısa devre yapıyor..

Teyze ise lafını sokup gitmenin rahatlığı ile yoluna devam ediyor..

Amca, nasıl toparlayacağını bilemiyor o an. Mesele, partisini savunmanın ötesine geçiyor, dişlerine, kendisine gelen saldırıyı sıfırlama stresine giriyor.. Teyzenin arkasından sesleniyor:

“Bak.. Bak 155’i araram. 155’i araram, içeri aldırarak. Biz burda kurtaj yapıyah! Bak, içeri aldırırım, diline dikkat et. Hain! Vatan haini! Kurtaj yapıyah burda. Savunma! İki gün önceki alçakları savunma! 15 Temmuz alçaklarını savunma!”

1,5 dakikalık röportaj böyle bitiyor. İşin sonu komplolara, “15 Temmuz”lara bağlanıyor. Muhtemelen Havuz medyası kaynaklarından beslenen AMCA, son dönemlerin yaftaları ve korku doneleriyle kendisini savunmaya girişiyor ve olay bambaşka noktalara savruluyor..

Röportajı başına alacak olursak;

Bu amcayı şahsen tanımıyorum, sizlerin de hemen hiçbiriniz tanımıyorsunuz. Ama biliyorsunuz, böyle sayısız insan var, böyle bir kitle var. Gözünüzün önünde sayısız insan tipleri canlanıyor, bu Kürtaj Amca’yı gördükçe, düşündükçe, değil mi?

Ve onların yıllar yılı atamadıkları bir travmaları var. Tek Parti dönemi CHP’sinde getirilmiş olan yasaklar: inanç özgürlüğünü kısıtlayan, dini ve dindarı öteleyen uygulamalar.. daha sonra aynı zihniyet bizzat iktidara, aynı şekilde pek gelemedi. 70’lerde Bülent Ecevit CHP’si çok farklıydı. Devletçi, oteriter bir soldan ziyade, Avrupai tarz bir sosyal demokrasi söylemi ve icraatleri ile gelmişti..

Ama zihniyet olarak o tek parti dönemi CHP’si 90’larda fırtına gibi esmişti. Partisi iktidarda değildi ama o dönemin (Tek Parti döneminin) zihniyetine sahip çıkan askerlerin yönetime ağırlığını koyduğu yıllar.. 28 Şubatçı paşaları; sonrasında Ayışı, Balyoz vs darbe hayalleri içindeki askerlerin perde arkası iktidarını diyorum. İşte bu Neo- Tek Particiler, okullarda başörtüsünü yasaklamış, dindarlardan yana geniş bir cadı avı başlatmışlardı.. Bu baskılama, toplumsal basınç da bir dalga oluşturmuş ve bu dalgaya tutunarak sörf tahtalarına binen Erdoğan ve arkadaşları da bir anda kendilerini iktidarda bulmuştu, bir oldu-bittiye gelerek…

İhracımdan önceki yaz, köklü CHPli bazı yakınlarımla bir yerde oturuyorduk. Son dönemde yaşanan yolsuzluklardan, hukuksuzluklardan bahsediyorduk karşılıklı.. Oradaki yakınlarımdan birisi, başta Cemaatçiler olmak üzere, zamanında bu iktidara destek vermiş olan bir kitleyi suçluyordu, “Hep onların desteği ile bu noktaya geldi bunlar. Demiştim ben hep..”

Ben de şunu demiştim:

“Bu yalancı, talancı dediğin dincilerin, din tacirlerinin gelmesinde CHP’nin  fonksiyonunu neden gözardı ediyorsun ki! Yıllardır hep dindar kesimi öteleyen, baskılayan bu zihniyet, insanları ister istemez arayışlara sevk etti. Denize düşen, yılana sarılır. Bu kadar baskılama altında halk, AKP’ye bir umut diye sarıldı.. Şimdilerde CHP ve onun temsil ettiği kesim “hak, hukuk, demokrasi, eşitlik, özgürlük vb” hayati kavramlardan bahsetmeye başladı. Önceden tek bildiği ezberi “laiklik” idi. O da, dini ve dindarı ötekileştirme, baskı ve kontrol altına alma yorumu.. Avrupai anlamda din ve devlet işlerinin ayrı gitmesi ve birbirinin hayatına karışmaması anlamında da değildi.. Şimdilerde bahsettiklerini CHP bundan bir 10 yıl önce bahsetmeye başlasaydı ve halkla bir sorununun olmadığını anlatabilseydi, insanlar bu çıkmaz içine girmezdi. Cemaatçiler, Solcular, Kürtler, aydınlar vs de “Acaba, bu AKPlilerden, bu eski siyasal islamcılardan bari birşey çıkar mı ki acaba?” beklentisine girmezdi bile..” demiştim ve o hakkaniyetli yakınım:

“O konuda haklısın, sonuna kadar katılıyorum. Çok yanlış şeyler oldu” demişti.

Evet, zamanında bu halka çok jakobence dayatmalar ve zulümler yapıldı. Bu iktidar da bu mağduriyetlerden beslendi ve onları sonuna kadar kullandı. Şimdilerde iyice dibini sıyırıyor… Yıllar yılıdır da eleştirdiği o tek parti dönemi icraatların da çok çok ötesine geçti zulümde.. Ama farkında bile değil belki de.

Ve her zulüm, baskı; bir başka karşı zulmü doğuruyor. Bu toprakların mağdurları değişkenlikler gösterebiliyor, hedef sapmaları vs oluyor ama uğursuz bir döngünün olduğu vaki…

O röportajda da bu eski baskılardan dem vuruluyor… O konuda da Amca, Havuz medyasının anlatımlarıyla bu söylemini içinde hep diri tutmasını bilmiş… Fakat eski CHP refleksli teyze ki, bu amcanın bu kadarlık olsun kendisini ifadesine bile tahammül edemiyor, müdahale ediyor.. onu susturamayınca da o amcayı şahsi açıklarından, gayri medeni gördüğü yanından vurarak incitip susturmaya çalışıyor.. Bir zamanlar gazetecilerin destek vermeyen halkı “bidon kafalılar vs” diye aşağılaması gibi..

Amca ise kendisini şikayetleri ve suçalamaları ile destekliyor ve karşı saldırı yapıyor. “polis, jandarma, şikayet”.. Bundan eskiden avam halk, klasik dindar kesim korkardı. Devletin kaba gücünü temsil eden bu argümanlardan hep korkmasını ve sinmesini öğrenmişti.. son dönemlerde bu iktidarla bu güçlerin evrilmesine şahit olan amca, bilinçaltı olarak gücün kendisinde olduğuna inanıyor.

Hele şimdilerde “15 Temmuz” tabusundan sonra, kendilerine karşı çıkan, kendilerini eleştirecek herkesin bu çuvala doldurulabileceğini ve linç edilebileceğini de biliyor.. Ve hemen “hainler” damgasını vurabiliyor. Oy verdiği, beslediği ve şimdilerde ondan güç devşirdiği iktidar da, en feci yolsuzlukları ortaya saçılsa bile “bana darbe yaptılar, milli iradeye darbe vurdular.. bumlar, montaj, şantaj yaptı hainler..” diyerek işin içinden çıkmasını bilebilmişti.. bu hacı amcalar, resmi iyi okumuşlardı.. Aslında o darbenin de çakma olduğunu, ama bu şekilde böyle düşman gördüklerinin çok kolay alt edilebildiklerini, buna bir yol bulabildiklerini görmüş oldular.. O yoldan, o koridordan yol almaya çalışıyorlar şimdi..

(Antrparantez ekleyeyim: Böyle “Kürtaj dede”ler oluşturan, sonra onları yersiz korkularla besleyen Havuz medyası.. bunun da baş aktörlerinden atv, bu dedeyi bulmuş, bir de röportaj yaptırmış.. dedeyi motive ederek, oradan kendilerine, patronlarına propaganda malzemesi çıkarmaya çalışmış. İçinde bulunan sığlığı gösteremesi açısından ibretlik idi. Burdan bile medet umma acizliği.. ucuzluğu.. artık ne derseniz. Linki burada:

https://odatv.com/mob_video.php?id=8F76D)

 

Sözü daha fazla uzatmak istemiyorum.. bu anlatımlarımı kısa tutmaya çalışıyorum. 10 dakikalık bir konuşmayı geçmesin istiyorum.. aslında bu konuda saatlerce konuşulabilir, tahliller yapılabilir. Ama burada keselim ve toparlayalım.

Evet. Seçimlere yaklaşıyoruz. Ekseninden kaymış olan devlet, hukuk sistemi, millet bambaşka yerlere savrulurken, ülke bir “Türk usulü(?) bir başkanlık” sistemine doğru yuvarlanıp gidiyor.. kendi kafalarına göre bir yapı için bütün taşları döşemiş olanlar, bunu şansa bırakmayacaklardır… ama halkı ikna etmek isteyenlerin, bu dar vakitte hızlı bir karar alıp bunu halka izah etmeli ve onları ikna etmelidir.

Aslında en başta bu “Kürtaj Dede”yi baştan sona ikna etmesini, onun yersiz kaygılarını gidermesini bilmelidir. Onu ikna edemezseniz, ne yapsanız boş. Bir daha o insanlara yersiz, gereksiz baskı yapılmayacağını, inanç, düşünce vb yönlerinden onlara bir daha dayatma yapılmayacağını izah etmeliler.. söz vermeli muhalif siyasiler. En başta da geçmişle yüzleşmeliler açık açık:

“Dedem, Bundan bi 50-60 sene önce böyle istenmeyen şeyler yaşanmış evet, bunları kabul ediyorum. Yanlıştı. O dönemin şartlarında öyle gelişmiş. Ama o köprünün altından çok sular geçti. Biz de değiştik. Artık kimsenin inancında, kıyafetinde, örtüsünde değiliz. Herkesin özgürlüğünden, haklarından, hukuklarından yanayız. Şu an da bak iktidarda birileri bundan 60 yıl önce yapılan baskıları yapıyor, hem de herkese.. dindara, laike.. Gel bu kısırdöngüyü kıralım” deyin.

Samimi olarak ikna ederseniz bu iş farklı bir boyut kazanır.

Ama sosyal medyaya bakıyorum: kendisini laik, çağdaş olarak niteleyen birileri, bu amca gibilerine nefret saçıyor, bunlardan intikam alacağını söylüyor.. Yine olayı ıskalıyorlar. Toplumsal barış yine kaçırılacağa benziyor. Halbuki her bir intikam ve zulüm, uzun vadede karşı bir zulmün tohumlarını ekiyor. Belki 10, belki 20 yıl sonra yeşeren bu mağdruriyetten mağruriyete evrilen bir öfkeyle yeni acılara yol açıyor.

Herkes birbirini anlasın. Herkes birbirine empati yapsın. Herkes özeleştirisini yapsın. Açıkça bunu ortaya koysun. Bagajında yükler taşımasın. Yeterince yükler var zaten. Eteğimizdeki taşları dökelim ve asıl ortak meselelere bakalım artık.

Bunu gücü şuan elinde bulunduranlardan beklemiyorum. Çünkü güç sahipleri, yarı sarhoşluk halindedir. Onlardan sağlıklı bir değerlendirme beklenemez. Onlar da güçten düşünce, onların da aklı başına gelince belki anlamaya başlar.. belki.. Ama asıl muhatabım diğerleri.

Bunlara kafa yormayı lüks görüyorsanız, durun size “Kürtaj dede” ile ilgili yapılmış bir mix rep vereyim, onunla gülün ve geçin gidin yolunuza…  🙂
https://youtu.be/QO-8GGqo5j8

kurtajDedeHerkese saygılar ve selamlar..

Bir sonraki paylaşımımızda görüşmek üzere.

14.05.2018

Ramazan F. Güzel

(Eski bir avukat, eski bir Ağır Ceza hakimi,

Şimdilerde uzak diyarlarda yeniden öğrenci ve olayların şahidi.

Özetle 29 yıldır hukuk ve adalet yolunun bir yolcusu.)

 

 

İŞKENCE: AFYON’DA, HER YERDE.. ve NE YAPALIM?

afyonEmniyet

Değerli dostlar, bu yayınımızda “Türkiye’de İşkence” meselesini ele alacağız.

Özellikle de şu günlerde Afyon’dan ağır işkence haberleri geliyor, sosyal medyada rahatsız edici bazı detaylar var. Bunları sizinle paylaşmak ve de işkence konusunda ne yapılabilir, nelere dikkat etmeli; bu hususları ele almak istiyorum.

BBC, bir belgesel yayınladı. İngiliz kanalı, 12 Eylül darbecisi Kenan Evren’e o dönemdeki işkence iddialarını soruyor. Mevta darbeci ise, bu iddiaların hep olageldiğini söylüyordu.

Evet, ülkemizde bu iddialar hep vardı. AB uyum sürecindeyken bu iddialar minimalize olmuştu. Adliyede de, Emniyet’te de yetişmiş kadrolar vardı ve bu hususta gerekli hassasiyetleri göstermeye çalışıyorlardı. Ülke yörüngesinden çıktığından beri ise işkence iddiaları sürekli gündeme gelmeye başladı. Hele çakma darbe “15 Temmuz 2016 tarihinden bugüne işkence iddiaları ayyuka çıktı, BM raporlarına vs bile yansıdı.

Örnekleri sayılamayacak kadar çok. Akla hayale gelmedik işkenceler! Yıllar önce Stockholm’de 12 Eylül döneminde Diyarbakır Cezaevi’nde işkenceler görmüş eski bir avukat ile röportaj yapmıştım. Anlattıkları günlerce gözümün önünden gitmemişti. Şimdiki anlatılanlar ise daha bir ötesine geçti.

Geçtiğimiz günlerde, o yılları yaşamış birisinden duydum: “Bu dönemdekiler daha bir feci ve onur kırıcı” demişti.

Evet, işkence ile anılan bir çok yer var ama son günlerde Afyon ili ve Afyonkarahisar Emniyet Müdürlüğü ön plana çıkıyor: Kafasına çuval geçirilen işkence mağduru kadın soyunmaya zorlanarak taciz edilmesi gibi!

sosyal medyadan öğrendiğimize göre, gözaltına alınan şahısların uğradığı işkenceler, avukatlarıyla görüşmeleri neticesinde deşifre olmuş.

Gözaltına alınmalarından bugüne geçen (2) gün boyunca avukatlarıyla görüştürülmeyen şahıslara çeşitli işkenceler yapılmış:

“İTİRAFÇI” olmaları için darp edilen şahısların yoğun bir şekilde fiziksel işkenceye maruz kaldıkları, gözaltında bulunan bir kadına ayaklarından elektrik verildiği, daha sonra kafasına çuval geçirilerek soyunmaya zorlandığı ve taciz edildiği, en sonunda kafasına silah dayanarak ölümle tehdit edildiği yazılıyor.

Şu an Afyon’da görevli olan yetkililere; Afyonkarahisar Vali’si,  Cumhuriyet Başsavcısı, ilgili savcısı, mahkemesi, Emniyet Müdürlüğündeki ilgili her memur… onlara seslenmek istiyorum: Bu yaşananlar bu kadar boyuta geldiği halde müdahale etmedikleri, gereğini yapmadıkları takdirde İŞKENCE SUÇUNA ORTAK OLACAK ve ileride YARGILANACAKLARDIR! Ve ekleyelim ki “İŞKENCE SUÇUNDA ZAMAN AŞIMI YOKTUR!

İşkence şaibesi altında kalanlara Hırvat işkenceci komutanı hatırlatıyorum. Bu komutan, 25 sene önce işlediği suçlardan dolayı 13 yıldır yargılanıyordu. Mahkeme temyiz sonrası 20 yıl hapis cezasını kendisine bildirince, zehir içerek intihar etmek istemişti. Yıllar sonra aynı kötü duruma düşmemeniz adına, dostane hatırlatıyorum.

..

Bu işkenceler yaşanırken, yetkili olarak şu an Afyon’da kimler var? Öğrendiğimiz kadarıyla:

– MUSTAFA TUTULMAZ – Vali

– MEHMET ÖZEL – Başsavcı

– OSMAN ÇABUK – Dosya Savcısı

– HAYATİ KARAASLAN – MAHKEME BAŞKANI. Hayati Başkanı Diyarbakır Adliyesinden tanırım, kısa süreliğine de olsa aynı mahkemede çalışmışlığımız da vardır. Kendisi, dini terbiyesi olan birisi, bu yaşananlara sessiz kalmayacağını umuyorum. Yapılanların, hiç bir kitapta yeri yok çünkü: ne yasa kitaplarında, ne dini kitaplarda..

Afyon’un Emniyet Müdürü ise FAHRETTİN ŞEN imiş.

Ve yine sosyal medyadan, twitter’den öğrendiğimize göre, Afyonkarahisar Emniyet Müdürlüğü’nde “İşkence Yaptığı iddia edilen” Polislerin isimleri de geçiyor:

– (Başkomiser) ARİF ALPARSLAN

– (Komiser) TEOMAN YAMAN

– (Polis Memurları) TUNCAY KUZEY, MURAT RENKLİ, İSMAİL USLU, MUSTAFA ÜNLÜ ve de SALİM ile MELİSA… isimli Polis Memurları..

Şu an İçişleri Bakanı’nın Suleyman Soylu ve Adalet Bakanı’nın da Abdulhamit Gül olduğunu hatırlatalım.

..

PEKİ İŞKENCEYE KARŞI NE YAPALIM?

1- İşkence iddiaları konusunda ilk yapılacak işlem: yaşananları ispatlamak için bir doktor raporu alalım.

Vermezlerse başka bir şekilde (özel bir doktorda mesela) muayene olup bu durumu raporlaştırmalı..

Ama öğrendiğimiz kadarıyla, doktorlar işkence lafını duyunca “aman başımız ağrımasın” deyip uzak durabiliyorlarmış maalesef.. O yüzden de hiç olmazsa, son çare; bir rahatsızlık ya da sıradan bir kavgaya karışmış gibi beyanda bulunarak vücudunuzdaki izlerin rapora geçirilmesini isteyelim.

2- Serbest bırakılınca da gerekli şeylerin fotoğrafını ve videosunu çekelim.

3- Yaşananları son derece ayrıntılı şekilde ifade eden bir şikâyet dilekçesi ile şikâyette bulunalım. Bu olayla ilgili sağlam raporu veren doktorlar varsa, onlar hakkında da şikâyette bulunalalım.

4- Tanık isimlerini ve ifadelerini yazalım. Zira aynı konuda, aynı akıbete uğramış başkaları da vardır.

5-Yaptığınız şikayete takipsizlik kararı verilmesi durumunda takipsizlik kararının tebliğinden itibaren 7 gün içinde bu karara itiraz edelim. Bu itiraz dilekçemizde şu detaylar bulunabilir:

– Uygun bir raporun verilmediği: (doktorun sahte rapor vermesi, rapor alınırken aynı odada polislerin de bulunması, kendi ifadenizin alınmadığı, yeni bir doktor muayenesine götürülmediği, şüphelilerin ifadelerinin alınmadığı gibi..)

– AİHS m. 3 anlamında etkin soruşturma yürütülmediği: Evet, netice itibariyle “etkin soruşturma yürütülmediği için” kararın kaldırılması talep edilmeli.

Bu noktada sürelere dikkat: Süreler her durumda tebliğ ile başlar.

Eğer takipsizlik kararı tebliğ edilmezse savcılığa gidip bu kararın bir örneği istenmeli ve böylece 7 günlük süre içinde itiraz hakkı herhalukarda kullanılmalıdır.

6- İtirazınız da red oldu diyelim, o zaman ne yapacaksınız:

AYM’ye başvuracaksınız, ret kararının tebliği tarihinden itibaren 30 gün içinde.

(Karar tebliğ edilmese bile ilgili sulh ceza hakimliğinden bu kararı temin edebilirsiniz.)

7- Anayasa Mahkemesi de başvurunuzu reddederse: Bu durumunda ise 6 ay içinde AIHM’e başvuracaksınız.

8- Başta demiştik, yine hatırlatalım: İŞKENCE suçunun zamanaşımı yoktur!

İşkence görmüş kişi her zaman işkenceciler hakkında şikayette bulunabilir. Şikâyetinizi savcılığa bir dilekçe ile yapabilirsiniz her zaman.

İşkencecilerin tam kimliğini bilmenize de gerek yok. İsim bildirmeden de şikayette bulunmak mümkündür. Ama yer, zaman, unvan, lakap, giysi, eşkal gibi bilgiler vermek kaydıyla..

9- Diyelim ki, hiç birisini yapamadınız, fırsatınız ve imkanınız olmadı.. İşkencede zamanaşımı olmadığı için, mahkemede savunma yaparken dahi yaşananları anlatarak mahkemeden suç duyurusunda bulunulması talep edilebilirsiniz.

Mahkeme, bu talebinizi dikkate almazsa?

O zaman kendiniz de savcılığa suç duyurusunda bulunabilirsiniz, her zaman.

10- Önemli bir hatırlatma: Mahkemede savunma yaparken işkence ya da kötü muamele altında verilmiş ifadelerinizin hiç birisini kabul etmeyiniz. ASLA kabul etmeyiniz ve işkence altında bu ifadelerin alındığını vurgulayınız.

Bu işkence ya da kötü muameleler herşey olabilir: Tehdit, hakaret, yakınına zarar verme ya da onları da tutuklama tehdidi, “bunları söyleyeceksin, yoksa tutuklanırsın, şunları dersen serbest kalırsın, işine geri dönersin..” vaatleri gibi…)

Bunların hepsini anlatın. Yaşadığınız kötü muameleleri utanmadan, çekinmeden anlatın. Siz değil, bu suçta ihmali olanlar, devlet utansın! Yine rapor verilmeme vb durumlar olduysa da onları da detaylı şekilde anlatın.
11- Mahkemede bunları anlatmaya çalışıyorsunuz ama hakimler dinlemiyor, tutanağa geçmiyor diyelim, ne yapmalı:

Buna dair itirazınızı tutanağa yazdırmaya çalışın, ayriyeten de yaşadığınız işkenceyi ayrıntılı anlatan yazılı bir dilekçeyi mutlaka dosyaya koyun! Herşey yazılı olsun! Söz uçar, yazı kalır.

12- Herşeye rağmen yine de hakkınızda mahkumiyet kararı verildi diyelim. Bu iş orada kalmaz:

İstinaf, temyiz, AYM, AIHM var daha. Her aşamada bu hukuksuzlukları sürekli dile getirmeli.

İşkence iddialarınızın da peşini bırakmayınız, sonra da takip ediniz lütfen:

Mahkeme sizin adınıza suç duyurusunda bulunsa da, siz kendiniz bulunsanız da.

Hukuk çerçevesinde, kötülüğü kimsenin yanına bırakmayın lütfen. Adl-i İlah onlara adaleti ile ne yapar bilemeyiz ama biz sebepler planında burada da elimizden geleni yapalım, haklarımızı arayalım, derim.

İşkence ve kötü muameleye uğrayanlara geçmiş olsun diyorum ve duydukları acıyı paylaşıyorum. Bu işkeneleri yapanlara ve sessiz kalanlara da: “Bir gün müstahakınızı bulacaksınız” diyorum.

Görüşmek üzere. Saygılar selamlar.

11.05.2018

Ramazan F. Güzel

(Eski bir avukat, eski bir Ağır Ceza hakimi,

Şimdilerde uzak diyarlarda yeniden öğrenci ve olayların şahidi.

Özetle 29 yıldır hukuk ve adalet yolunun bir yolcusu.)